ve pek bir şeyin öngörülemediği, şeylerin olup gittiği alanlarda, çalışılan konunun otonomisini çalışanlara dayatamadığı, kendi nesnel düzeniyle bir aktör olamadığı türden bir akademide, bir yanda fırsatçılık, diğer yanda kurumsal kontrol manivelalarına çöreklenen gruplaşmalar dinamiğine, akademik üretim formunda, yani içerik üzerinden bir alternatif üretebilir misiniz? bir soru da bu işte.
sonuçta üretmeye çalışmadan edemezsiniz, bir arılık iddiasını korumak istiyorsanız, tekrar tekrar, yaptığınız iş üzerinden, kendinizce doğru bir akademik pratik ..
ama üretemezsiniz orası da belli. sözde akademinin "doğru" pratiği olur mu ki? anlamlı anlamsız pratiklerin bolluğu vardır ortada... gah gönül indirir gibi olursunuz karşı gruplaşmalara, en azından aidiyetin ve birlikteliğin belki tadına varacaksınızdır, mümkün olsa; gah yorulursunuz kenarında yahut içinde aktığınız herşeyden.
o zaman, bu tür alanlar için, doğruların geride, kadük hayallerde kalışını kutlayan, iyi, doğru ve güzelin tükenişinden bir özgürleşme devşirmeye çalışan bir perspektivizmi kuşanıp, pragmatist bir eylembilimci olmaktan başka seçenek var mıdır?
siyasi ya da aktivist faaliyetle akademinin handiyse eşitlenmesi için şu yorgun çaba yani... bunun sağcı versiyonu herkes gibi akademisyenin de devletine ve milletine hizmet etmeyi öncelemesi, hatta mesleğini böyle bir hizmet şuuruyla yürütmesi anlamına geliyordu. bunun marksist versiyonu mevcut akademisyenlerin burjuvaziye hizmet ettiklerine ve onun bakışlarıyla bilim ürettiklerine kani bir perspektivizm uyarınca, proleteryayı önceleyen, onun bakışlarını benimseyen alternatif ve aktivist bir akademi yaratılması gerektiğine dair söylemlerle gelmişti ki, kimi feministler de bu tür perspektivist söylemleri miras almış görünüyor.
bu tür söylemler açığa çıkmıştı zira akademide, belki antikiteden beri, bilginin (hakikatin) kendi adına araştırılması, kültüre dair tutkunun otantikliği ve tarafsızlık anlamında bir nesnellik arayışı ya da inancı hep daha yaygın ve baskın olagelmişti (çok şükür!) bu inanış ya da arayış geride bırakıldığında nasıl garabetlerle karşılaştığımızın bilinen örnekleri işte sovyetlerdeki lysenkoculuk, pakistan'daki islami bilimler merkezi ve son dönemdeki çeşitlilikçilik diskurları ya da genel olarak post-postmodernist ideolojik, söylemsel, jargon salatası odaklı çürümedir.
bu inanışın bir olgu değil, kadim ya da göksel bir yasa değil, insanların icat edip geliştirdiği düzenleyici bir ilke olduğunu kabullenmek ve onun mükemmel bir ifadesine varamayacağını bildiğin halde, akademik pratikleri bu otonomi düsturu ve hakikat arzusuyla yönlendirmek gereği aşınmak şöyle dursun, giderek güçleniyor; naçizane kanım budur. [ve hayır, kant'ın sıkça kullandığı bir düşünsel strateji olması bu bakışı kantçı falan kılmıyor, zira kant o argümanlarda tanrıyı ve dini düsturları kurtarmaya çalışıyor. içerik farklı yani.]
böylesi inşai arayışları insanlığın kolektif bir başarısı, bir teknolojisi olarak anlayanların da hala tanrının yerine göz diktiğini öne sürecek olanlara nietzsche ezberini bırakıp söylenenleri anlamaya, konular üzerine zihinlerini kullanarak düşünmeye bir parça gayret etmeleri tavsiye edilir. [bu tür paragrafları yazıp yazıp siliyorum aslında, gölge boksunun anlamsızlığı işte... ama bunu koruyacağım, bir not olsun literatürü karakterize eden budalalık deryası karşısındaki güncel ruh halime dair]
........... [arkası yarın]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder