22 Mart 2010 Pazartesi

internet sana sesleniyorum, dünya sen anla | expanding towards an infinite internet

burda her gün dünya genişliyor! burda dediğim, deflt'te değil, internetteyim ben, dünyayı bıraktım. acayip mutluyum.. sanki mutfağa gittim de bir kahve koydum geldim..

sürekli çalışmaktayım, gah diferansiyel geometriye göz atıyorum gah istatistik ve örüntü tanıma tekniklerine.. gah yapay zeka okuyorum gah nörobilim.. gah python kütüphanelerindeyim gah blender'in inceliklerinde.. gah üretken programlama inceliyorum gah 3 boyut temsil teknikleri [bi de bi ara türkçe akademik terminoloji çalışmam lazım]... yahu yazayım paylaşayım diyorum bunları ama yazacak olgunluğa gelemeden başka bişeye atılıyorum, her bir alanda çocuk gibiyim, yazacaklarım da öyle olacak, zaten mevzuları derleyip toparlamaya zaman da ayıramıyorum, çok heyecanlı arkadaşlar.

bir zamanlar dağcılık kulübünün derslerine gidip gelmiştim, orda bir gün kaya tırmanışıyla ilgili konuşuluyor idi, ben o aralar duvarlarda dolanmıyordum ama dolanan insanlar vardı, bir kısmına "sen niye tırmanıyosun?" diye sordular, bi tanesi dedi ki [burası "hiç unutmam" kısmı]: "son zamanlarda kendimi mutlu hissettiğim tek yer duvar."

işte bu yüzden integral işareti gördüğünde kaçmayan, regresyon deyince tüyleri kabarmayan, bayezci olasılıklara açık, eli mouse'dan çok klavyede duran bir mimar olmama az kaldı. oximoron tabi bu biliyorum, mimarlıktan gerçekten çıkmama az kaldı diyelim.

edit: [böyle şeyler yazınca yanlış anlaşılıyor galiba...]

gönülsüz (?) araştırmacı olarak benim dünyaya mesajım şu: insan yetenekli olduğu, ilgili olduğu, yatkın olduğu mecralarda akarsa daha ferah oluyor, mutlu oluyor, verimli oluyor falan... çok çalışmak ve az eğlence bana iyi geliyor, çünkü yaş gurubumu eğlendiren şeyler beni eğlendirmiyor. çalıştığım konular, üretmek, bisikletle dolanmak bi de duvarlardan sallanmak eğlendiriyor... böylece bir araştırmacı oldum hakattan... bu blogun başından bu ana kadar girdiğim bir seri entry de bu dönüşümü tespit etti.. ilk başta bir kahır şeklindeydi, şimdi bir sahiplenme ve keyif şeklinde...

i'm quite happy with my ever enlarging world at the internet. i mean, now i have moved into it, into internet, i've left the earth.

i'm continously working.. differential geometry, statistics, pattern recognition and retrieval, artificial intelligence, popular neuroscience, python programming details and libraries, blender subtleties and scripting api, generative programming or 3d represenation and analysis techniques... all so exciting... i'm continously a starter now, i don't have time to reach adulthood, there's so much to learn and try, no time to attain proficiency and share!

i'm turning into a kind of architect who doesn't turn around and run when it sees integral sign, who's open to bayesian probabilities, and whose hand caresses the keyboard more than the mouse

as the reluctant researcher, my message to the world is: when you follow the paths that feel more interesting to you, that you are more talented at, towards where you show a propensity, then it gets happier, easier, more productive... all work and no fun feels good to me, 'cause the interests of my age group mostly don't appeal to me... what appeals to me is, the issues that i've been working on, producing, trying, cycling, and hanging down the walls...

hence, i became a researcher! surprise... and a series of entries from the very start of this blog, including this one, are demonstrating this transformation... at first it was rather in the form of discontent, now it's embracement and joy.

8 Mart 2010 Pazartesi

pattern'e sığındım | savior pattern

hani bu felsefecilerin işi kavram yaratmak olsa, mimarların işi de yeni pattern ve yeni pattern-işleme-ve-üretme-patternleri yaratmak olabilirdi diye düşünüyor insan.. tabii bu ancak bir hedef olarak.. yoksa mesela delft'te yaşarken alışılageldik birkaç pattern'in hayalgücü-dar-uygulamaları olmayan fazla yapı görmek mümkün değil. geldim geleli tüm hollanda'da sınırlı sayıda pattern üzerinden kolayca ifade edilemeyecek yapı görmedim zaten.

pattern language ve tasarım oyunları modelini üstüste koyunca tam oturmuyor, ama yarayışlı bir yanı var alexander'in yaklaşımının.. tasarım oyunları çok genel bir ölçekte duruyor, oldukça yüzeysel ve soyut. oradan mimarlığa yönelik bir tasarlama sistemine varmak için ara yaklaşımlar bulmak gerekiyor. bazı patternler problemlere yönelik bütüncül çözümler sunuyorlar. bir anda hem problemi tanımlıyorlar, hem çözümünü. sınırları belirliyorlar. pattern seçildikten sonra problem artık daha tanımlı hale geliyor.

now i start to remember.. at the beginning there was that book, a pattern language.. i haven't realised the amount of influence this book have had on my design thinking.. i have been thinking in terms of architectural patterns all through this project, since it's inception in the form of a naive sketch in 2006...

correspondence between design games model and pattern language is rather loose, yet, "game" and "tool" items were consciously based on alexander's patterns. and now i've found more usages for patterns. [indeed this concept, pattern, is one of the most handy and versatile concepts ever created... i use it for everything, i mean not only in the guise of architectural patterns...]

design games model was rather abstract (perhaps even superficial). though meaningful as a depiction of our position in design theory, when it comes to practice, i'm not sure if it offered us enough inspiration for advancing beyond that entity-operator pair, which is rather well known in AI history. hence there was a need for intermediary approaches if this research was to arrive at designing systems.

so i came out with the good old 'pattern'! a fairly abstract pattern might be a holistic solution proposal, which delineates, and delimits the universe of possibilities, for a given design brief. in fact i haven't seen many buildings around delft that couldn't be presented as mere adaptations of a number of basic patterns.

then i thought, as if, the task of the philosopher was creating concepts [deleuze asserts this in "what is philosophy"], the task of the architect could have been creating new patterns. patterns and patterns of manipulating and processing those patterns. as an ideal i mean.

5 Mart 2010 Cuma

hızlıtasarlagençöl buluşmaları 2 [ya da boom boom boombalaarım]

şimdi de markos novak'a gittim... aşağ kata gelmiş yani... gidip izledik... hani ilginç şeyler üretmemiş değil, üretmiş... lakin "boş adam değilim, yaptıklarımın arkasında entelektüel bir arkaplan var" mealinde ucuca eklediği kavramlar, metaforlar, nakiller.. onlar beni pek ikna etmedi.. biraz basit geldi.. niye basit geldi, onu da söylemek zor.. epiy mimar işi olmuş ondan belki.. daha üçbeş yıl önce herkes "markosmarkos" diye bağrını yırtınıyordu, şimdi bir kıytırık odacıkta odayı anca dolduran miktarda öğrenciye konuşuyor.. konuştukları da biraz yavan gibi.. ne oldu diyor insan..

bu mimarlık ortamını 60-70lerin rock müzik ortamından ziyade [bkz. design fast and die young] 90ların türk popu ortamına benzetmeye başladım ben.. markos novak, sunumunun önemli bir kısmını böyle sürekli uçları, sınırları, gezilmemiş görülmemiş alanları araştırmak, dolayısıyla hep avangard kalmak hususundaki düşüncelerine ayırmıştı, böyle şemalar falan yapmış, uzaylar zamanlar boyutlar uçlar arasında gidip geliyor, cidarlar esniyor, genişliyor, çizgiler olağan yollarından saptıkça sapıyor, tüm bu şemalar ölçülü dozlarda neolojizmlerle dekore edilmiş.. söylediği de şu idi, "aman bakın ben nasıl da hala kuulum, hala en önde koşuyorum, sürekli diğer alanlardan acayip şeyler ihraç edip disiplinin yörüngesini saptırıyorum.." tuhaf bir enerjisizlik, bir performansından emin olmama hali, bir tutukluk vardı üzerinde bunları anlatırken... çünkü izleyicilerin suratlarıyla karşı karşıyaydı...

adamın endişesi bence gayet haklıydı... her yeni parlayan yüz "ben kalıcı olmaya geldim, tek şarkılık adam değilim" diye ortama atılıyor, beraberinde yeni yükselişe geçen kavrayışlar, teknikler, görsellik ve metinler getiriyor... bir sezon bütün stüdyolar kalçalarını o elemanla sallıyor, sonra ertesi sezon "ulan ben bu şahsın söylediklerinde ne buldum da tüm yaz haydi eller havaya ha?"

eskimişti.. çok değil biriki yılda, markos novak ve yaptıkları.. hayır yepyeni ve yapılmamış şeyler peşindeydi hala, ama bütün çerçevesi eskimişti sanki, toptan, yani o dönem, o kavrayış tarzı geçmişti sanki, onun geliştirdiği kavrayışlardan sapılmıştı bile, bütün bir iklim birden değişiyor ve ayak uydurman mümkün değil sanki, sen belirli bir ortama yönelik bir seri araç ve bir kafa yapısı geliştirmişsin, ama aslında o raddede plastik değilsin, senin adapte olduğun ortam yok artık, sen o ortama göre şekillendin, şimdi artık yeniden şekillenme olanağın yok... markos'un değişmeye yeminli kafa yapısı bile iki-üç yılda eskiyebiliyor... ama alissa andrasek öyle miydi ya? nasıl kıtır kıtır bıngıl bıngıldı! o da eskiyiverecek biriki yıla...

geçende zaha hadid'in eski monografisini elden geçirdim.. ne yeniydi bu kitap ilk çıktığında, ne şaşırtıcıydı bu kadının işleri.. şimdi nasıl sararmış eskimiş şaştım kaldım... rak değil pop yani.. türk popu.. bunlar genç de ölemiyor, hep orada kalmak için yüz gerdirmeler falan oluyor.. tabi alttan gelmekte olan gençler zirveye erişmek için amansız bir yarış içinde, çılgınca çalışıyorlar, onların tentikülleri eskiyeni, ilginçleşeni, kuul olanı nanometrik hassasiyetle ayırdediyor...

bunun için uğraşılmaz aga... ne saçmalık... disiplinin sınırlarında dolaşmaya bi milyon kere evet, fakat bundan popstarlık umanlar allahlarından bulsunlar. acaba buralarda bir yerlerde stüdyoyu katılımcı kılmak için güzel, pragmatik bir sebep bulunur mu?

this time i went to marcos novak... i mean he came downstairs, so we went and watched. well, he had been producing some interesting stuff... however, the chain of concepts and metaphors, which he had elaborated as if to show that all those what he had been doing had a deep conceptual background, it didn't convince me... it was sort of, simple? i'm not sure if i am able to express why i think this way... perhaps it was a bit too 'architectish?'... think about it, just a few years ago everybody was cheering out loud: "marcoos! marcoos!" today, at that small lecture room, in front of a bunch of students -most of whom didn't seem very much excited... and what he talks about sounds a bit prosaic... i ask, what happened?

i started to think that the scene of architecture seems more similar to turkish pop music of 90's, rather than rock music of 70's [see: design fast and die young].. the guy, novak, dedicated a good portion of his presentation to demonstrate how he was adamant to continuously scan the borders of architecture, transgress those borders and enlarge the perimeter of the discipline, hence he was meant to stay avant-garde forever. what he was trying to say was: look at me, i'm still cool, i'm still on the front line, i'm incessantly importing novelties into architecture from other disciplines and diverting it's usual course with my long lever... yet a strange lacklustre, unsure, hesitant manner was observable in his performance... ('cause he was face to face with his unexcited spectators)

and his anxiety was reasonable... each new bright face rising on the scene talks like: "i came here for staying long, i'm not one of those one-song-stars!", and brings new perceptions, techniques, texts and visualities... that season all the studios shake their hips with that new star, then the next season nobody is interested in that old song any more...

he had got old. in just a few years; marcos novak and his deeds. he was still after novelty, yet all his of his framework was like worn out. it was like that period, that style of understanding had passed, we were already at another position, diverted from his direction. a whole climate abruptly changes and it seems impossible to keep pace.. you are developed in a climate, you developed your techniques, tools, your understanding and your ways of changing at that climate, and that climate is gone, you're invalid now, you're no more cool, and there's no way to reshape yourself to catch the wave again. even if you were dedicated to change forever, like marcos novak... but what about alissa andrasek? wasn't she still new and crunchy? well, yes she was!.. yet we can guess that she will get pale just in a few years..

it's not rock, it's pop, turkish pop! no legends, only ambitious funny starlets. and these people aren't able to die young either; they desperately try to gain youth again via aesthetic operations... there's a huge pressure from below, where huge quantities of youth work to force their ranks upwards, they are new, alert and they are able to sense what is trendy and cool, and what is not at a nanometric sensitivity.

4 Mart 2010 Perşembe

garip ama gerçek | really..

nihayet bu aşamaya geldik.. projemin aslını, kendisini, projesini detaylandırmaya/uygulamaya geçtim... ve detaylandırma süreci kodlama sürecinden tümüyle bağımsız olmuyor.. ikisi bir arada yürüyor. "tasarım oyunları"nın yeni hedefi mimari tasarım. öyle ilüstrasyondu, grafikti, nesneydi şuydu buydu değil... fikirlerim var. valla. tasarım oyunları modelinde bazı noktaları revize etmem gerekti. detaylandırdım diyelim. projemin hedeflerini netleştiriyorum. araştırmacı artık ya başarılı olacak, ya başarısız...

now i have some ideas to start giving a concrete shape to my vague project, and i have started to develop a series of sub-projects, in the field of architectural design.