24 Ocak 2011 Pazartesi

korkmuyorum senden deadline'lar! [ama ertelendiğiniz iyi oldu]

stüdyoda dönem bitirildikten ve yeni dönem hazırlandıktan, tez için okuma listesi genişletilip kitaplar üstüste yığıldıktan, ev başarıyla taşınıp evelallah hastalıktan da kalkıldıktan sonra çalışmayı beklemek başladı.

sonra yeni evimde otururken birden geldi. kendimi uzun zamandır bekleyen pareto revizyonlarını yaptarken buldum. sevindim. ressmen çalışıyorum lağğn. hızımı alamayıp adaptivite serilerinin 120 bireylik halkasını eklemeye de giriştim. bilgisayar boş durmayı bıraktı. pareto denemeleri gerçekleşirken de yeni senaryolar üretmeyi planlıyorum.

ilk sonuçları aldıkça sorular da ortaya çıkmaya başladı elbet. pareto versiyonlar çalışmıyor, soru şu: makina mı çalışmıyor? yani pareto versiyonu yanlış mı uyguladım. biriki satırlık tariften uygulamaya geçtiğim için bu mümkün. yok eğer uygulama doğru ise sonuçlar güzel aslında. yani pareto versiyonun performansı benim uydurduğum yöntemle kıyaslanırsa rezalet! uydurduğum yöntemin benzerini literatürde halen bulabilmiş değilim. GECCO'ya göndermeye çalışıyorum bu paper'i şimdi. orda kesin bir bilen vardır; olup olmadığını...

13 Ocak 2011 Perşembe

serinkanlı bir dönem değerlendirmesi

dönem sonu değerlendirmeleri:

>> öğrencilerin tüm işlerini karşımıza alıp tek tek değerlendirdik.
>> böylece dönemi baştan sona bir hatırlayıp gözden geçirmiş de olduk.
>> öğrencilerden bir açık bir de anonim anket alıp görüşlerini sorduk.

izlenimler:

>> stüdyo ilk dönemin beklentileri açısından, ortaya çıkan işler ve öğrencilerin kendilerini geliştirmeleri açısından başarılı görünüyor.
>> biz beklenti ve hedefleri dönem başında açık açık yazmamıştık ama öğrencilerin çoğunluğu dönem sonunda bunları bir bir yazmışlar ve bu hedefler açısından büyük ölçüde kendilerini geliştirdiklerini ifade etmişler. yani hem verilmek istenen karşı tarafa geçmiş hem bu konularda bir farkındalık oluşmuş.
>> çoğunluk olmasa da bazı öğrencilerin eksik gördükleri kısımlar ya bilerek eksik bıraktığımız konular [misal: spesifik olarak mimarlık alanına yönelik derinlemesine bilgi] ya da bu stüdyonun ilk dönem için ihmal etmeyi baştan kabullendiği konular [derinlemesine bilgisayarlı teknikler].
>> şikayetler de varlığını bildiğimiz, sorun olarak görmediğimiz ve zaten bu stüdyo düzeni ve bu ekip ile [en azından bu yıl] aşmamızın pek mümkün olmayacağı noktalarda.
>> öğrencilerin gruplara ayrılmaması çoğunlukla olumlu görülmüş. öğrenciler farklı, bazen çelişen görüşlerin çalışma alanımızdaki yerini idrak ediyorlar.

[özetle: özel bir deneme, bir yenilik getirmedik, denemeyi isteyeceğim farklı tavırlar kenarda duruyor vd. ama sonuçta düzgün, başarılı bir dönem geçirdik. "3400'de mevcut olan stüdyo kurgusunu düzgün biçimde uygulamak lazım" denirse bu da esaslı bir hedef zaten. daha az alarm vermeli ve koşullara adapte olmalıyım.]

9 Ocak 2011 Pazar

bit pazarı 2011

bu aralar ev bulma ve ardından ev taşıma ve ev döşeme ve evi işler hale getirme mevzuları kafamı tam tabiriyle "işgal" ettiği için iki üç sayfa okumak dışında ciddi bir işe bakamıyorum [çünkü herşeyi çeklistler üzerinden planlamam gerekiyor yoksa bir madde atladığımda kahroluyorum, planlamayı sevmekten çok hata yapmayı sevmemek]. iki gün moda'ya gidip gelip biraz da verimsizce çalışmayı bekledikten sonra stüdyoyla ilgili olarak okula gitmem gerekiyor ve orda biraz bileniyorum ve dönüşte madem şu stüdyo mevzularını not edeyim diye yazmaya başlıyorum, sonra yazdıklarım bir tuhaf geliyor (daha çok tepkili ve anlık). yollamıyorum. sonra da eski entry'lere bakıyorum. 2 yıldır bu blogu tutuyormuşum. günü gününe not tutmak iyi bir şey. insan nerden nereye geldiğini hatırladığında aynı düşünce döngülerini tekrar tekrar yaşamak yerine kaldığı yerden devam etmeyi umabiliyor. ve de bu hale nasıl nereden geldi hatırlamış oluyor. ayrıca geçmişte şu anki zihin durumumdan daha olgun bir takım yazılı parçalar bulmak da keyifli oluyor. ben başka konularla uğraştığım için geri gidiyor olabilirim ama notlarım yerinde duruyor. misal şu manifestoyu o zaman yazıp yaydığımızda biraz ham görünüyordu gözüme: manifesto. ama şimdi düzgün buldum. [çünkü biraz daha toyum :)]

misal 'presizyon'la ilgili o zamanki ifademiz:

>> "sergi, yayın, internet sitesi, parti, etkinlik vb. iletişim ortamları, yürütülen deneyin doğasına göre stüdyonun koşullarında biçimlenir, bunları önceden belirlenen “genel” kurallara ya da “düzgün” kılıflara sıkıştırmaya çalışmak stüdyonun faaliyet tarzına aykırıdır."

bu "düzgün görünen" işlere düşman olmak anlamına gelmiyordu. ama önceliği işler düzgün görünsün diye uğraşmaya vermemek anlamına geliyordu. mesela bir işi, bir sergiyi ya da bir etkinliği öğrenciler üretiyorsa belki o bazen çok da düzgün, bitmiş, olgun görünmeyebilir. bizim bu dönemki inisiyatifi-öğrenciye-bırakma deneyimiz benim beklentilerimi aştı aslında ama aşmaya-da-bilirdi, bunu göze almak lazım. kötü de olacak olsaydı bunu böyle yapmalıydık. çünkü:

>> "stüdyonun üretimi eserler değil deneyimdir. üretim aracı deneydir, iştir, düşüncedir, okumadır, eğlencedir, harekettir, organizasyondur, sergidir, yayındır."

başka bir husus:
>> "stüdyo, eğitmen ve öğrencinin katı biçimde ayrıştığı bir “ders verme” ortamı değil farklı rollerin sürekli yeniden tanımlandığı bir ortak üretimin ta kendisidir."

bu maddeyi yazarken de o dönemki [ve bu dönemki] stüdyolarımızda hiyerarşiyi aşmak yolunda bir çaba olmadığının farkındaydım. hiyerarşi iki sebeple pratikte tam manasıyla ortadan kalkmayacak: 1. hocanın not verip geçti-kaldı demesi isteniyor [ve hoca devletin ilgili kurumu tarafından yasalar ve yönetmelikler mucibince ve amirlerinin görevlendirmesi ile...] 2. hocalar bazı konularda daha bilgili-tecrübeli ve stüdyoya öğrenciden farklı bir etkileri oluyor, başka bir bilgi getiriyorlar ve bu öğrenciye faydalı oluyor. fakat bunu hiyerarşik bir konumlanma olarak değil de "farklı roller" olarak kurgulamak mümkündü. madde bunu ifade ediyor. şimdilik bu kast sistemini belki sadece bir parça gevşettik. ama yerli yerinde duruyor. buradaki itirazın verimlilik açısından değil politik ve ahlaki açıdan ortaya atıldığına tekrar dikkat çekmek istiyorum.

bunları "büyüklerimizin" hatırlamasını beklerken şu hususun da yeni arkadaşlar tarafından aynı bizim [benim] gibi önemli görülmesini umduk [ama olmuyor, her kuşak farklı, herkesin kendi öncelikleri var, yataylığın anlamı da en çok burada ortaya çıkardı, ortak olarak neyde uzlaşılabilirse o. işlerin niye benim istediğim gibi gitmediği hususunda makul bir sebep?] :

>> "stüdyo sınıfa sığamaz, koridorlar ve holler aracılığıyla okula, kent mekanları aracılığıyla kente ve başta internet üzerinden olmak üzere her türlü yayıncılık yoluyla ülkeye ve dünyaya yayılır. stüdyonun belirli bir mekanı yoktur, stüdyo bütün okuldur-kenttir-dünyadır. ve taşkışla içinde iletişim için en iyi platform ve en iyi etkinlik mekanı koridor ve hollerdir."

7 Ocak 2011 Cuma

nedirniçinnasıl

güncel [temel] tasarım eğitiminin iki önemli ayağı var:

1. tasarıma has belirsiz ve değişken sorun - talep - durum alanlarında hareket etmeye yönelik tavırların geliştirilmesi.

2. bu hareketi mümkün kılacak tekniklerin edinilmesi - geliştirilmesi.

bu ikisine sayısız madde eklenebilir. genelde gerekli görülenler şunlar: spesifik tasarım alanlarına yönelik donanım ve pratik + toplumsal-kültürel-felsefi konulara yönelik farkındalık.

amaçlar her zaman böyle tariflenmiyor. ama sonuçta stüdyolarda bu bileşenleri öyle ya da böyle içerecek süreçler kurgulanıyor. ve tabii bu amaçlara yönelik olarak stüdyonun nasıl gelişeceği hala büyük ölçüde yürütücünün tavrına bağlı.

bu açılardan bakıldığında 3400'de işler iyi gidiyor olmalı. kötü gitmiyor. eksikler var. eksikler olur, olmaması mümkün değil zaten. sorun şu ki eksikleri gideremeyeceğiz. çoktan kemikleştik. değişime açık görünürken değişmeyen bir yapı kurulmuş gibi. zaten biz de kuşak olarak birinci sınıf stüdyosunda yapabileceklerimizin sınırlarını deneyimledik. iş bu ise, eyvallah, yürütüyoruz zorlanmadan. belki bizden sonraki kuşaklar artık?

tasarım eğitimcisi için schön'ün 'reflection in action' tarifi hala anlamlı. bu "educational design research" [bkz.] alanındaki gibi yöntemli bir kafa yorma anlamına gelmiyor. yine de gerekli. sadece üzerine düşünmek de yetmiyor. karşılaştırmak lazım. sonuçları karşılaştırmak da yetmez, süreçleri, stüdyo hiyerarşisini, ahlaki tavırları ve eğitim hedeflerini de karşılaştırmak lazım. zira yaptığını karşına alıp anlamaya çalışmadan, sonuçları üzerine kafa yormadan iş görme tarzını geliştirmek mümkün değil.

hedef profesyonel hayata yönelik eğitim vermek mi? meslek insanı yetiştirmek mi? spesifik bir disipline yönelik olarak çalışmak mı? daha genel bir tasarımcı tavrı yerleştirmek mi? yoksa mesela entelektüel yetiştirmek mi? stüdyonun amacı nedir?

mesela yürümek isteyene yollar göstermek olabilir mi? bir yere çekiştirmek yerine peşine takılmak olabilir mi? iş öğretmek yerine boş boş konuşmak olabilir mi?

[ed. böyle yazınca da slogan gibi oluyor. altı-boş. sormak kolay, eleştiri kolay, inşaya yönelik söz söylemek zor.]

6 Ocak 2011 Perşembe

şalterleri indirdim.

hiyerarşi varsa şalterleri indiriyoruz. 2'den kalabalıksa şalterleri indiriyoruz. mikro düzeyi aştık mı şalterleri indiriyoruz. içeri girerken askıya asıyoruz, omurilikten çalışıyoruz. çünkü zaten 15 yıldır programlanmışız. geldiği gibi gidiyor. düşünmek şart da değil. işimize bakalım. dışarı çıkarken askıdan alalım. kendisi bize lazım.

başka bir konu, rıza konusu. mümkünse rızayı üretmek de değil, tüm aktörlere hareket ve ifade alanı açmak, süreçte eşit bir alan tanımak... tek başına geliştirilebilen bir tavır değil. insanlar arasındaki bir ilişki tarzı. ortamı varsa son derece doğal biçimde işleyen, insanın kendini çok zorlamadan adapte olabildiği yatay-karar-süreçleri, hiyerarşisini sıkı sıkı koruyan ortamlarda gelişemiyor.

başka bir konu artniyet konusu. insanlar çeşit çeşit. herkesin hayatta taktikleri var. araştırmacı gibi patavatsız olanlar açıktan ve artniyetsiz davranmak takıntısı içinde olabilirler. tabi bu tam anlamıyla mümkün değil. ama öküz altında buzağı arayanlar yanılıyorlar. araştırmacı biraz agresif. ama o kadar. yaptığı işin cidarını samimiyetle genişletmek istiyor [hani yapmayacaktın araştırmacı? hani sürekli yeniyi aramakla uğraşılmazdı?] [yeniyi aramakla dertlendiğimden de emin değilim. belki de bir mevki bulup son derece sıkıcı bir insana dönüşeceğim. ben de orada kalakalacağım. ama burada değil. ne tarafta olduğunu görüyorum ama denemeye başlayamıyorum. eskiden de öylece duruyordum zaten. şezlongun üstünde.. memnundum.]

bir başka konu: dil dökmek boşa. öyle anlatılmıyor. anlatılmasın. anlatılsa iyiydi ya, olmuyor. değil mi, herkes bildiği gibi takılsın. ikna çabası bir noktadan sonra baskı ve şiddete dönüşebiliyor. ondan sonra da o mevzudan hayır gelmiyor. neyse, mikro. mikro dedik. askıdan alıyoruz. işimiz var.

2 Ocak 2011 Pazar

eskiye rağbet olsa 3400'e nur yağardı

bu dönemki stüdyo ile ilgili yazacaktım. sonra iki yıl önceki stüdyo ile ilgili açık bıraktığımı sandığım bazı soruları bugünden bakarak yanıtlamaya giriştim. sonra ondan da vazgeçtim. yanıtları hatırlamaya başladım çünkü. aslında sorduğum kadar da yanıt vermiştim. hollanda öncesi yazılara göz attım bir süre. stüdyo üzerine nasıl bir tutkuyla düşünmüş olduğumu gördüm. bunları buldum:

bana bir sıkıntı geldi

nefis stüdyo