13 Nisan 2009 Pazartesi

şahane-nefis stüdyo | studio exquis

programlama omurgası üzerinden birleşen "araç-bilinçli" ve aynı anda "entelektüalist" yönelimli bir mimari tasarım eğitimi kurgusu:
i_ tasarım eğitiminin merkezinde duran "stüdyo deneyimi"nin hedefi entelektüel bir ortamda yaşantı-deneyim üretmek, bu süreçte en yeni ve en eski araçlar ile derinlikli felsefi ve politik bilgiye aynı anda uzanmak olabilirdi, mesleki eğitimi dar bir uzmanlık eğitimi olarak değil olabildiğince açılan, disiplinlerin sınırlarında dolaşmaya yönelen bir tavırla yeniden tanımlamak hedeflenebilirdi.
ii_ stüdyonun hedefi şu "karakter"ler olabilirdi: çok yönlü, disiplinlerin sınırlarını ihlal eden, “derin” bir politik ve felsefi zihinsel yaşantıya sahip politik aktör. aynı zamanda da belirsiz problemlerin açık zihinli esnek tasarımcısı/çözüm üreticisi/öykücüsü, ekipler halinde çalışan, en yeni ve gelişmiş tasarım araçlarına hakim, bunları da derinlemesine anlamaya yönelmiş, hem toplumsal ve ekonomik süreçlerde hem de araçlar karşısında salt bir son kullanıcı, bir son oylayıcı, bir rızası üretilen, bir manipüle edilen değil de, “hackleyici”..
iii_ lisans eğitiminin temel amacı meslek eğitimi vermekmiş gibi algılanabiliyor, aslında bu çok yönlü bir süreç. meslek tanımları gittikçe çeşitleniyor, disiplin tanımları da öyle. artık disiplin-aşırılık, disiplin-ötesilik ya da çok-disiplinlilik, bunlara karşılık gelen ekip çalışması ve zengin birikimleri olan çok yönlü meslek insanlarından sıklıkla söz ediyoruz. çok yönlü meslek adamı, karmaşık ve değişken çalışma süreçlerine karşılık verebilen, çok farklı bağlamlarda ve çok farklı katılımcıları hesap ederek ekip çalışmasına katılıp o süreci yönetebilen bir kişi. o gerektiğinde biraz grafik tasarımdan, biraz nesne ölçeğinde ya da iç mekan ölçeğinde tasarımdan, birkaç da ağaç isminden anlamakla iktifa edemez artık. reklamcılıktan, pazarlama süreçlerinden, yaratıcı ürün geliştirme süreçlerinden de anlaması beklenebiliyor [bkz. korumalı konut sitelerine ait tam boy gazete reklamları: reklamcılık faaliyetlerine mimari bürolar yoğun biçimde katılıyorlar; hem proje geliştirme/ürün geliştirme, hem reklam ve pazarlama için gerekli görsel malzeme ve sloganların bulunması çalışmalarına] çünkü gittikçe büyük yatırımcı için üretilen ve “mass-customization” yaklaşımlarına benzer biçimde geliştirilen ürünler olarak mimarlıklardan sözetmenin zamanı geldi. böylesi bir mimari üretime yönelik bir profesyonel talep edilebiliyor. tasarım eğitimi de bu yönde değişiyor.
iiiiii_ eskimiş stüdyonun karikatürü: dar bir alanda tanımlanmış ve yenilenmesi uzun zamanlarda gerçekleşen (uzun bir zaman mimarın çalışma yöntemlerinin aynı kaldığı varsayılmıştı?), bir mesleği okuldan çıkar çıkmaz üretmeye başlayabilecek gerekli bilgi beceriyle ve liyakatle donanmış bir meslek adamı idi mimarlık eğitiminin hedefi. usta-çırak ilişkisi üzerinden kurgulanmış stüdyoda usta ne kadar yaşlıysa işini o kadar iyi biliyordu. örgütlenme gerontokratik hiyerarşiye dayanıyordu. bilgiler hızlı güncellenmiyordu, bir takım işleri yapmanın belirli bir takım yolları olması gerekeceğine inanılıyordu, araştırma da bu yolların bulunmasına odaklanabilmiştir o zaman (bkz. hastane yapıları, tiyatro yapıları gibi bina tipi elkitapları, neufert vd). yollar belliyse tasarımcıya düşen bunları oldukça tanımlı bir problem çözme sürecinde "doğru" biçimde uygulamak ve bunlara hazır “üsluplar” içinden bir kılıf kazandırmak olabilmiştir.
iiiiiiii_ güncel stüdyonun tarifi: problemler belirsizleşti, gidiş yolları çeşitlendi, bilgi inanılmaz çeşitlendi, sayıca arttı ve sürekli yenileniyor, buna bağlı olarak yoğun ekip çalışması ve daha dar uzmanlaşmalar ve hayat boyu öğrenme yerleşiyor. dijital araçların gelişimi ile kullanılan araçlar envanteri çok çeşitlendi ve bir tek mimarın bu araçların tümünü kullanması mümkün olmayabilir. iş süreçleri hızlandı ve mimarın ekip içinde yaptığı alt-görevler de detaylanmış durumda, burada reklamcılık, pazarlama, ürün yönetimi, müşteriyle ilişkiler vd alanların önemi gittikçe artıyor. tasarımcı rutin tasarım işlerine ek olarak gittikçe daha fazla yaratıcı tasarım süreçlerine ve sosyal karşılaşmalara katılıyor. stüdyo da buna karşılık verecek şekilde öğrencinin bütün süreçlere hakim tek bir tasarımcı rolünden kurtulduğu, bir beceri ve bilgi dağarcığına sahip bir profesyonel olmaktan çıktığı, daha parçacıl ve örnekleme niteliğindeki tasarım problemcikleri üzerinden, çok daha çeşitli işler üzerinden gelişen bir üretim-deneyim ortamına dönüşüyor. bu süreçlerde katılımcı, çok farklı iş ve deneyler üzerinden tasarımcı tavrını olabildiğince zengin bir yolda oluşturuyor, böylece iş hayatında karşısına çıkacak belirsizliklere daha hazır olması beklenebilir. daha esnek bir meslek adamı o ve daha şüheci de olmalı, çünkü onun hazır bir bilgi dağarcığı olamaz; o, bilginin sürekli güncellendiğini düşünür. hiç bir bilgi ve tarzda takılıp kalamaz, bu onun iş görme hızını azaltırdı. bilgiye ihtiyaç duyduğu anda arar onu, bulur ya da uzmanlardan destek alır. bir işlemcidir o, hızlıdır, cevvaldir, hata yapmaktan korkmaz: hata, hata değildir, çünkü doğru-yanlış yoktur; her girişim bir sonraki sefer tekrarlanmayacak bir denemedir sadece
iiiiiiiii_ güncel stüdyonun/stüdyomuzun kısa bir eleştirisi:
1. stüdyonun ürettiği bu kişi pek çok açıdan kıyasıya eleştirebileceğimiz güncel kapitalist süreçler tarafından talep edilmiş ve ona uygun olarak tasarlanmış bir beyaz yakalı modelidir; bir “proje insan” olmaktan onu ne kurtarabilir? o zaman bu tür meslek insanını yetiştirmeye yönelmemiz güncel politik ve ekonomik süreçleri onayladığımız anlamına mı gelir? (evet.) eski türden meslek insanına dönme düşüncesi bu eleştiriye yanıt olamaz, çünkü o da basitçe daha eski piyasa süreçleri ve ulus devletin ideolojisi üzerinden talep edilmiş ve şekillendirilmişti.
2. bu tarz formasyon düşünsel açıdan sığ, herşeyi muğlak düşünen, kaygan, tarafı olmayan, gündelik ve kaygısız bir çıkar insanı üretiyor. çünkü piyasa süreçlerinin işleyiş tarzı meslek eğitimi süresince varlığına işleniyor öğrencinin. her şey araçsal onun için, saygı duyulacak bir şey yok, incelikli düşünmekler ihmal edilebilir ve meslek insanlığı ve meslek etiği perspektifinden burada hiçbir sorun yok. şu anda biz, zihni piyasa koşullarının gereklerine göre, tv yayınlarına, devlet ideolojilerine, ya da alternatif derin devlet ideolojilerine, ya da kuvvetli lobilerin ideolojilerine göre, ya da eskilerden taşınan geleneksel ideolojilere göre bombardıman altında tutularak şekillenmiş bir insanı alıp bütün sınırların muğlaklaştığı bir görecilik ve araçsalcılık biçimlenmesi kazandırıyoruz ona.
iiiiiiiii_ "nefis stüdyo"nun temennileri:
1. lisans eğitiminin meslek eğitimi niteliğinden tümüyle vazgeçmek durumunda değiliz. öğrencilerin yaşamları boyunca hayat karşısında güçlü kalmayı başarması gerekiyor. daha ziyade zihinlerin piyasanın ya da hakim ideolojilerin tanımladığı alanda bir parça serbest kılınması ve farklı düşünsel olasılıkların ayırdına varmalarının sağlanması aciliyet arzediyor. biz bu "incelmeye" yine tasarımcı formasyonu üzerinden yönelebiliriz. “nefis stüdyo” mimarlık özelinde, stüdyo katılımcısının, içinden geçegeldiğimiz dönemde, "işleyebilecek" bir meslek insanı olarak dönüşmesinin önüne geçmeyi önermiyor. yine de ona mesleki bilgi vermek gereksiniminin azalmış (ya da olanağının kalmamış?) olması, ekip çalışması, disiplin-aşırılık, disiplinler-arasılık, çoklu-disiplinlilik gibi güncel eğilimler burada mimarlığın dar alanından kurtulmak için alan açıyor tasarım eğitimcisine. açık görüşlülük ile inançlar sahiplenmenin biraradalığı entelektüeli tanımlar diye düşünmek gerek; çünkü şüphe altında olmayan hiç bir şeyin bulunmayışı ile aynı anda inançlar oluşturarak yaşayageliyor olmamız olgusu, tutarsız görünse de, insanın temel varoluş koşulunu tanımlamaya devam ediyor.
2. nefis stüdyo "entelektüel bir tasarımcı" yetiştirmeyi hedefliyor. bu "incelikli" bir politik ve felsefi bilince sahip bir birey, aynı zamanda da "iyi" bir tasarımcı. fakat belirli bir alanın uzmanı değil henüz. çok yönlü, disiplinlerin sınırlarını aşan, incelikli biçimde sorgulayan, cesaretle zorlayan ve hep ekipler halinde çalışan, sosyal ve en yeni ve gelişmiş tasarım araçlarını derinlemesine anlamaya yönelmiş bir mesleklerarası insan. araçlarını belirli bir düzeye kadar derinlemesine biliyor ki bunlar tarafından manipule edilmesin, aksine gerekirse o onları manipule edebilsin; aynısı toplumsal ve ekonomik süreçler için de geçerli. dolayısıyla dar bir mesleki bilgi dağarcığı edinmeyi ikinci plana atıp araçlar üzerine bir beceri ve bilgi dağarcığı edinmeye yönelmek söz konusu.
3. tasarım eğitimi, genelinde, en başta okuma-yazma-üretme-gezme-birikim/deneyim artırma üzerine olmalı, dar bir alanda belirli mesleki bilgilerin öğrenilmesi asıl hedef olmaktan çıkmalı (artık mimarın imza yetkisi de anlamlı değil, zaten hiç bir zaman kabul edilmemişti ne toplum ne ekonomik süreçler tarafından). öğrenci pek çok tasarım alanını ve gerek sosyal bilimler gerek doğa bilimleri alanındaki pek çok disiplini kapsayan ve karıştıran bir ortamda bilgisini görgüsünü istediği yönde artırabilmeli.
4. bu yüzden stüdyo sürecinde sürekli iş-deney yapılır. deney, organizasyondur, partidir, gezidir, eğlencedir, oyundur, müziktir, ortam üretimidir, sahne tasarımıdır, mimari tasarımdır, nesne tasarımıdır, grafiktir, bilgi görselleştirmedir, yayındır (internet, radyo, tv, dergi, gazete, fanzin, duvar vd.), sergidir, filmdir ve diğer herşeydir. bunlar oldukça savruk/özgür temalar/yaklaşımlar ile üretilirler. amaç muhayyileye özgürlük ve güven kazandırmak ve onu bütün hayata açmaktır; doldurmaktır, boşaltmak değil; genişletmektir/açmaktır, daraltmak/hapsetmek değil. böyle oldukta, dönem boyunca, yıl boyunca, hayat boyunca hep küçük deneyler, büyük deneyler, kısa süreli-uzun süreli, büyük-küçük işler ve yayınlar yapılagelir. bu gerçek bir üretim ortamıdır. stüdyo üretir, üretmemesine karar verdiğinde ise üretmez. stüdyo hayatın yaşanmasıdır. esas ürün deneyim ve deneyimin paylaşılmasıdır/yayılmasıdır. paylaşım ortamı her tür yayındır ve bunların üretimi de stüdyonun parçasıdır.
5. sayılanlar ilkel araçlarla gayet güzel yerine getirilebilirlerdi, ancak bu bir takım araçların kullanıcısı olmaktan öteye geçmememiz demektir. bizim hedeflediğimiz muktedir hayat insanı güncel araçlara olabildiğince hakimdir, ya da en kötü ihtimalle hakimiyetin kıyısındadır ve onu sadece keyfi biçimde ertelemektedir. bütün deneyleri birbirlerine bağlamak üzere bir programlama ve yeni teknolojik araçlar omurgası öngörülmesinin sebebi bu işte. daha fazla dijital kabiliyet bireyi hem donatır, hem de enternasyonal düzeyde en güncel ve ileri deneylere katılmasını, bunları anlamasını ve daha yenilerini üretebilmesini sağlar. yine de katılımcı yeni araçları eski araçlarla birarada kullanabilir.
6. dijital paradigma sınır tanımıyor. bütün bu alanlara (organizasyon, parti, ortam, mimarlık, nesne, müzik, grafik, tipografi, web yayını ve diğer yayınlar, sergi, performans, dans, mem manipülasyonu, moda, etkinlik her ne varsa) dijital paradigma üzerinden eklenmeyi düşünebiliriz. tek başına bir “programlama becerisi” ve binbir deney! sayılanlara bir profesyonelin beklentileriyle yönelmek değil sadece belki deneysel bir heyecanla “bulaşmak” sözkonusu. hedef, satılacak bir gözalıcı nesne, bir ürün olmadığında, programlama deneycinin elinde güzel bir araç olabilir.
iiiiiiiiii_ "tam stüdyo"!!: "taraf tutan" bir entelektüel ve politik bir ajanda ile stüdyonun işleyişine dair katılımcı bir karar süreci eklendiğinde nefis stüdyo “tam” stüdyo olurdu. bu ajanda üzerinde çekişirken en ileri (ve istenirse aynı anda en geri) araçlar üzerinden bir tasarımcı formasyonu edinegelmek: profesyonel değil entelektüel yetiştirmek düşüncesinin anlamı ve olanağı?

6 yorum:

krr dedi ki...

çok ham duruyor.. özellikle ilk kısımları bir tuhaf değil mi? yakıştıramadım.. üsluptaki tutukluk da zaten alarm alarm!

gönülsüz araştırmacı dedi ki...

çok ham evet ve tutuk evet çünkü bunu bir seminere yazıyorum, bir özet bu, sonra güya genişleyip bildirileşecek, insan sanki kendisiyle çekişen hayali bir hasım varmış gibi pazarlığa ve otosansüre girişiyor, oysaki isterlerse özeti kabul etmesinlerdi, ve isterse yazı biraz daha nesnellikten uzak olsundu (sanki şimdi "dolu" veya "nesnel" olmuş gibi!!).. daha doğru dürüst yazmalıyım bu yazıyı.. yazayım..

gönülsüz araşt. dedi ki...

tesadüfen şu yazıya rastladım, amerikalı bir marksist-yönelimli profesör içinden geçegeldiğim ruh karmaşalarını sakin sakin anlatıyor:
(okumaya değer)
http://otonomlar.org/egitimin-ticarilesmesi/52#more-52

gonulsuz arastirmaci dedi ki...

elden geçirdim. bu kadar oldu. böylece gönderdim.

unplaceable dedi ki...

bu stüdyoda yürütücüden hiç bahsetmiyorsun. yürütücü ne kadar sistemin dışından bakmaya çalışıyorsa, kendini ne kadar eleştirel ve çok yönlü ortaya koyabiliyorsa öğrenciler de o kadar tanımladığın türde bir ortama katılabiliyor. o ortamı birlikte yaratabiliyorlar. başka yazılarından bunu sezebiliyorum ama nefis stüdyo yazısında yürütücü ve aslında sen yoksun.

not: nefis sıfatı da çok iyi olmuş, bu gerçekten biraz da tad almakla ilgili :)

gönülsüz dedi ki...

burdaki hayal biraz da yürütücünün prensipte öğrenciden farklı bir pozisyonunun olmaması. yani yürütücü grubu "tecrübeli katılımcılar"a dönüşebilir mi? tabi bu tip büyük temenniler ile stüdyoyu tanımlayıp sonra bunun arkasında duramamak korkusu yüzünden "şöyle olacak böyle olacak" diye atıp tutmak istemiyorum...

seviyeler tamamen eşitlenemez, kimse kimseye eşit değil herkesin enerjisi isteği vd farklı oluyor her durumda, ama bu eşitsizlikleri de hesaba katarak en başından itibaren stüdyonun bütün katılımcılarınca tanımlanıp düzenlenmesi mümkün olabilir mi? benim öngörüm, tecrübeli katılımcıların önerileri üzerinden tartışılarak dönemin ve çalışılacak konuların ve üzerine gidilecek etkinliklerin kabaca belirlenebileceği yönünde. dönem ilerledikçe daha az tecrübeli katılımcılar da daha fazla katılmaya ve öneriler geliştirmeye başlarlar gibi geliyor.. bu stüdyonun verimini azaltabilir ama bunda hiç bir sorun yok. eğer verimli büro çalışanından vazgeçip bir "katılımcılık" bir "tamamlayıcılık" deneyimini ön plana alırsak usta-çırak, patron-çalışan ilişkilerini yeniden bedenlendirmeye yönelen hoca-öğrenci ilişkisinden de kurtulabilirdik??

(yazıda en son maddedeki tarafgirlik vurgusu da çok önemli geliyor bana. bunu içi boş bir "taraf olun" söylemi olarak almamak lazım. benim savunduğum bir tür tarafgirlik (ve diğerleri değil): "özgürlükçü / özgürleşmeci bir tarafgirlik" ve başka hiçbir türlüsü. sadece eleştirel bakış ya da açıkgörüşlülük savunmak yetmez. baskıcılar da eleştiriyor, muhafazakarlar da baskıcı pratiklerini özgürleştirme mücadelesi veriyor!
...(dini anlamda) muhafazakar-olmayan ve baskıcılık karşıtı bir özgürleşme söylemi eklendiğinde ve katılımcı bir ajanda eklendiğinde, o zaman ancak stüdyo sadece nefis olmaktan çıkıp "tam" stüdyoya dönüşebilir.)