> asistanlığa ilk başladığımda hem hocalara hem öğrencilere yönelik bir seri eleştirim hazırdı. zaman içinde bu eleştirilerden kaynağını alan bir seri deneme yapmak fırsatım da oldu. [şu yazıda: bkz.] o zamanlar karşıma gelen öğrenciler üst sınıflardaydı. şimdikiler ise daha okula yeni geldiler. bu öğrencileri üretim ya da performanslarından ötürü sorumlu tutmak, iyi gitmeyen bişeyler olduğunda suçu-sorumluluğu onlarda görmek, ayar vermek bana inandırıcı gelmiyor. hocaların da nasıl zorluklar içinde olduklarını artık takdir edebiliyorum. yine de sorumluluk hocadadır.
> ilk asistan olduğumda stüdyoda pek ön plana çıkmak istemiyordum. "hadi arkadaşlar şimdi şöyle şöyle yapıyoruz" diyerek öğrencileri gütmeye yanaşmıyordum. hocaların bazen bana bu yüzden kızdıklarını hissediyordum. sonra stüdyo sahnesiyle ben de tanıştım. sahne ışıklarının tadını almıştım. ama artık sınıfın karşısına çıkıp performans sergilemek istemiyorum. hevesimi aldım. sahne öğrencilerin olmalı.
> yine ilk günlerden itibaren stüdyonun föylerinin hazırlanması işini güzel bir tasarım komisyonu olarak kabul ettim. geliştirdi de bu egzersizler beni. bugün ondan yana da hevesimi aldım. stüdyoya ait grafiklerin üretilmesi öğrencilerin kendilerini geliştirmeleri için iyi bir fırsat sunuyor.
> tasarımcılar insan bilimleri, sosyal bilimler ya da fen bilimleri alanlarında eğitim almıyorlar. bir iki numunelik seçme ders dışında.. tasarımcıların aldığı eğitim tüm vakitlerini doldurmaya çalışıyor. bir de onlardan beşeri hayata katılan, etkinlikleri takip eden, hatta etkinlik düzenleyen kişiler olmaları bekleniyor. tasarımcının yüzeyselliği şaşırtıcı değil. herşeye yetişmesi zaten mümkün olamazdı. sonuçta stüdyolarda kültürel-politik-felsefi vd. konuların esas olarak tasarım sürecinde bir "primary generator" bulmak için, ürüne giden yolda bir tutamak, bir başlangıç bahanesi olsun diye kullanıldığı öğretiliyor. bu asla açık açık söylenmiyor. ama herkes mesajı algılıyor. ve evet bu böyle galiba. kuvvetli bir ana fikir, bir "konsept" bulmaya çalışmakla başlıyor çoğu tasarım süreci.
> uzun zaman bu yüzeysellikten şikayetçi oldum. çünkü niyeyse, sandım ki, stüdyoyu politik-felsefi-kültürel tartışmalar üzerinden örgütleyenler gerçekten bu konuların tartışılmasını hedeflemişlerdi. bir dakika. onlar gerçekten bunu hedeflemişlerdi. gelgelelim, onlar da tasarımcıydı işte. bi kaç akademik basamak tırmanmak insanı sosyolog ya da kültür tarihçisi yapmıyor.
> öğrencilere metinler okutup, onlara yazılar yazdırıp, yayın egzersizleri yaptırıp bir de çeşit çeşit konuları tartıştırıyordum. metin dediğim, felsefe tarihinden bir takım ilginç kavramları tartışmayı sağlayan önemli metinler, politik konuları damardan tartışmaya götüren politik metinler, ütopya yazını vd... artık sanki bu da inandırıcı gelmiyor. [müslüman mahallesinde salyangoz satmak]
> belki artık uzun uzun teker teker tüm yaratıcılığımla nasıl yapabilirmiş aslında ama öyle de demek istememişim de işte acaba başka olasılıklar aranır mıymış... yıllar içinde öğrene öğrene boş konuşmayı öğrendim. kırk kere söyleyince oluyor olsaydı evrenin öbür ucunda şu anda sorulmamış ama esasında ölçeğin gerektirdiği diğer sorular sorulmuş maketin ve fikrin çağrıştırdığı olasılıklar takip edilmiş ve bu maket tekrar tekrar üçmilyaraltımilyonyüzellitrilyonbin kere yapılmış olurdu.
> stüdyoda çok konuşmak istemiyorum biliyor musun, susmak istiyorum. anlamsızlık.. stüdyoda değil de bende olsa gerek. orda ya da bende, her halükarda, diyorum ki, yürütücü bazı alanlardan çekilse, konuşmayı azaltsa, varlığını silikleştirse iyi olacak. sadece ben değil. yürütücü.
> hem sorumluluk hocada hem hoca kenara çekilecek?
> bunun birkaç yolu var, stüdyo sürekli üretilen bir yerse her öğrenci 4 hocayla teker teker ve bazılarıyla birden çok kere konuşarak ve geri kalan vaktinde de terasta laflayarak 4 saat geçirmez.
> bir diğer olasılık, stüdyoyu öğrenciler hazırlayıp yürütüyorsa hoca sorumluluğunu doğru yüklenmiş demektir.
20 Aralık 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder