6 Haziran 2009 Cumartesi

araştırmacının günah defteri | the sins of the researcher

efenim, öğrenciliğimde çok acılar çektim! kuralcı bir altyapı taşıyan ruhuma kurumumuzun tuhaf laçkalığının yaptığı eziyetlerden kaynaklanıyordu bu acılar... algılamam oydu ki, işler olması gerektiği gibi değil, tolerans adı altında sunulan bir laçkalık sebebiyle, sinir bozucu bir mahiyette gelişiyor, bu bir ciddiyetsizlik, adaletsizlik, takip eden motivasyon düşüklüğü ve ne bileyim işte böyle şeylerin hep herkesin fenalığını kavradığı sonuçları olması gerekir ya, bunun da vardı kötü sonuçları ve rasyonel bir bakışla bunları mahkum etmenin yollarını buluyordum (gah zihinsel tartışmalarımda, gah kafa şişirmelerimde). bu şikayetlerim asistanlığımın ilk yıllarında da azalmadı (son yıllara kadar), üstelik bunları her zamankinden daha etkili yollarla (ve fenalıklarını herkesin daha da iyi anlayabileceği şekilde) formüle etmekleri de başarmaya başlamıştım. dolayısıyla şikayetlerim daha da ağırlaştı. doktora gittim. dedi ki: "bak bu laçkalık çok fazla! bir yandan mimarlık eğitiminin bütün dünyada çok daha fazla ciddiye alınan ve mesai harcanan bir şey olduğunu görüyorsun öbür yandan da o ciddiyeti kırmak yolundaki davranışlara bizzat izin veriyorsun!? yani sen yapmazsın da, kurum hep böyle "şunu bunu" diye kurallar koyup sonra da bunları her fırsatta çiğnemek, esnetip esnetip laçkalığa varmak... tabii ki en başta yürütücü olarak sen kendini ciddiye almamak... tabi ki çocuk da seni beni ve yaptığı işi ciddiye almamak sonra.. yani kendi kendinin altını oyup duruyorsun. ya hiç kural koma ya koduğun kurala da uy! kural koy, koy ama az koy. zor oluyor çünkü kurallara uydurmak, uyulmasının bekçiliğini etmek, uyulmayınca cezasını vermek..." (bunun gibi reçeteler yazmış işte doktor bey)... neyse, demek ki şunları düşünmüşüm (ben yapmam ya, düşündürmüşler): 1. çok çalışmak lazım (bizim bu mimarlık işlerinde iyi bir ürün ortaya koymak için) (ve öyle ürünler ortaya konmalı, ehveht konmalııh!) 2. mimarlık işlerinde teknik bilgi de var ve o olmadan yaratıcılık da olmaz, bu işler böyle olmaz, e olsun istiyorsun, sen de acı çektin yazık çok, sana bilgi vermediler nerden bulacağını bile söylemedilerdi, sen hep dertlenip duruyordun, evet dertleniyordun... neyse 3. bir ciddiyet geçirmek gerek ki karşı tarafa, o da işini ciddiye alsın adam gibi projeler yapsın! işte stüdyoda çene yorup duruyorsun, boşa gitmesin... nedir bu motivasyonsuzluk, bu tembellik!? biraz da işte bu laçkalıktan kaynaklanıyor canım, demek ki tolerans değil laçkalık var bu okulda, çok canımı sıkıyor çok.. 4. ve bütün diğer minör konular... bunlardan da bol bol biriktirmiştim ve bütün bunları bir kenarlara not ediyordum, gelecekteki bir stüdyonun çerçevesi olarak bir şeyler çiziktiriyordum....

derken bir şekilde bir stüdyo benim üstüme kaldı. ben de hazırladım. sonra da yürüttüm. değişik bir stüdyoydu. buradan baktığımda ilginç, hatta iyi yanları vardı; hem içerik hem stüdyo kurgusu açısından.. ama şimdi sadece biçimsel yönlerinden bahsedeceğim. çok net bir programı ve yapısı vardı stüdyonun. ne zaman ne yapılacak, dönemin neresinde ne var... bunların bir kere bildirildiğinde esnememesini, yerli yerinde söylendiği tarihte ve söylendiği gibi yapılmasını kafaya takmıştım... bu ciddiyeti kendimiz uygulayacak ve karşı tarafa bir mesaj vermiş olacaktık. ondan sonra, mesela teslim tarihleri ve teslimde istenenler konusunda daha fazla tolerans olmayacaktı. şu saat denecek, o saatte alınacaktı. bir bizim okulda bu acayip geciktirme hastalığı vardı ve benim gibi kuralcı ruhları bu durum hep rahatsız etmişti, bir haksızlıktır gidiyordu... e-şit-le-ye-cek-tik. ("deadline diye bişey var canım, bizi de öyle bir yetiştirdiler ki bir türlü hiçbir deadlinea yetişemiyoruz.") sonra herkese kendi yaptığından sorumlu yetişkinler olarak davranılacaktı, kimsenin peşinden koşulmayacaktı, burası anaokulu değildi. (ama belki ilkel bir ofise mi dönüşmekteydi?) herkes o belirli ve kesin saate kadar ne yaptıysa yapacak, orada da kalacak, bunu da önceden bilecek.. artık istediği gibi ayarlansın...

bunları uyguladım. bir ara teslim alıyorum, kaç dakika tolerans var? beş dakika! net. duyuruyorum. 6. dakikada geleni almıyorum. almadım da. oyun gibi. ama çocuklara diyordum ki: az sayıda kural var, gerisi serbest ama bu kurallar esnemiyor. oyun evet, kurallar da bunlar. kuralların kazandırdığı disiplin ve esneklik arasında uygun bir denge? sonra da zamanında getirmeyenlere telafi şansı olarak ceza veriyordum: benim seçtiğim bir kitabı okumak ve gelip herkese anlatmak! ama son teslimde artık ceza not idi. bir takım not kriterleri belirledim. bunlar arasında esas pay yıl içindeki katılımdaydı. yaptığım yoklamalar ve her hafta olan sunumlar ve ara teslimdeki pafta sayısı gibi ölçülebilir, niceliksel hususlar üzerinden notlar tutuyordum. katılımın niteliğini ölçebileceğimden emin değildim ama yıl içinde bir takım değerlendirme notları vermiştim. yıl sonunda bütün dönemi değerlendirecektik, sadece son teslime veya öğrencilerin şekil şemaline bakarak değerlendirmek kabul edilemezdi, artık yetmişti bütün bunlar! hep karakterlere not veriliyordu, performansa değil.. bunun gibi bir milyon detay daha. uykularım kaçıyordu. çok çalıştım. çok yüklendim. ama herhangi bir stüdyodan daha başarılı ürünler veremedik. belki pek çoğundan daha başarısız oldu stüdyo, esas olarak da ürünler açısından.

bunları ve bir milyon başka fikri bir dönemde denedim. neye takıldım sonra? bu kaskatı çerçevenin keyfiliğine. oyun gibiydi işte. nasıl bu kadar ciddiye alabildim? bir denemeydi ama nasıl bir seri insanı bunu oynamaya zorlayabildim? "işte bu da böyle bir dönem, başlarına bu dönem de bu geldi" diye bakıyordum bu işe... ertesi yıl geniş bir yürütücü ekibiyle bambaşka bir yıl yaşadım. yukarıda bahsettiğim hususlarda şikayet edegeldiğim ne varsa hepsi yerli yerindeydi. hem sürece hem sonuçlara bakıyorum, bu ikincisi daha kötü sonuç vermiyor. yani o katılık aslında bir işe yaramadı, stüdyoya birşey katmadığı gibi belki bazı şeyleri bozdu? motivasyonun ve üretimin mekanizmaları başkaydı ve bu yürütücüden öğrenciye örnekleme yoluyla aktarılacak bir "işini ciddiye almak tavrı"yla kuvvetlendirilebilecek bir şey değildi. kaldı ki motivasyon belki de sorgulanması gereken bir şeydi. kuralcılık çalışmakla da hayatla da bağdaşan bir şey değildi. disiplin, aslında insanları sorgulanmamış mekanizmaların işleyen parçası kılmaya yarayan fena bir aygıttı. birileri birşeyler üretmek üzere kendilerini disipline edeceklerse, bu onların bileceği şeydi. biz bunu onlara nasıl dayatırız? aslında ben, geçen yüzyıldan kalma eskimiş bir çalışma ve stüdyo tarzının, yani doğruların ve yöntemlerin baştan verili olduğu bir ortamda, hiyerarşik bir usta-çırak (veya patron-çalışan, veya üst-ast) ilişkisi üzerinden, bir mesleğin doğrularını, yanlışlarını ve en başta itaati sağlayacak bir iş disiplinini potansiyel çalışanların zihinlerine kazıyan bir meslek eğitiminin neferine döndürmüştüm kendimi... hem de her fırsatta lanet okuduğum bir mesleğin doğrularını... ne acayip bir katmanlaşma: hem mimar olmadığını haykır, hem aynı mimarlığı ölümüne yeniden ürettirmeye çalış, hem mimarlığın "özsel" fenalıklarını haykır, hem mimarlığın "doğru"larını dilinden düşürme...

i've had my share of distress, as a student. that was because of the clash of our institution's slackness and my secret underlying sub-personality as a "rules-person"... i had felt that it all went along not as it had to go, but in an annoying manner, mostly because of a slackness, that was presented in a guise of tolerance. and all the unseriousness, unrighteousness, ensuing low-motivation, and what not, you know these kinds of things all have to have consequences that everybody grasp their inherent harm, so this also had its evils, and i was finding them all, with my all-rational polemical talent. when i've happened to become a research assistant, i then knew that this education of architecture was something to be much more serious and time-consuming (than it was at our institution), according to world standards. several principles had been revelated to me during my hardships: 1. need to work much more harder, for those aspired much better results 2. there should have been technical something (and that could be knowledge that was necessary for creativeness) 3. seriousness, to be conveyed from the tutors, to the students; as a means of providing that missing motivation 4. and all those minor issues that were collected and noted as sketches for a future stuio.

and all of a sudden, at a time when i was absolutely indifferent to architectural design education, a studio happened to fall into my evil arms. and i prepared and tutored it. it was an interesting studio experience with some fine and ugly sides, both in terms of content and also formal features. i will just write about the formal ones now. i prepared a strict structure, according to principle three. no needless flexibility. something said, that done. this would be a strong message, in favour of discipline. but indeed there were a very small number of those strict rules. i mean, very little to be told, but told exactly, and to be done. and all the rest, free. one of those strict rules was about the deadlines. the elasticity was just five minutes. and the sixth minute, it was over. there was a kind of punishment to recover (in one case, reading a book that i had chosen -a philosophical book i mean- and talking about it at the studio, with a convincing content). and the schedule was meant to be a strong message in this same manner. no spontaneous frivolities. but pre-planned frivolities, right from the beginning of the term. this would also provide transparency. and for the assignment of grades, i was also prepared: not the personalities, not the final submission, but whole of the studio participation, in concrete terms (weekly presentation presence, mid-term submission quantities and regular 'roll call' notes), and equally. according to above mentioned principle two, the designing was meant to be more through research about techniques or about an intellectual stance, and decisions about ensuing "generic designing methods" or "intellectual designing positions", than a solution based integral design process. i mean, first a generic designing "way", then the particular applications! as at the time i was interested in designing like this, i thought this could be an interesting designing methodology, but i couldn't appreciate at the time, that, for most of the human-designers this approach was quite unapplicable.

i worked hard (principle one)(by the way, there were no numbered lists at the time). i tried my best, that's for sure. but it turned out that we couldn't produce better results than an ordinary studio. maybe worse than many. it was quite fine at the start, but the last couple of months of the studio, contrary to my intentions, motivation went downward. so gratiutousness of my approach appeared to me with all its strength. it was an experiment, but i was too serious with it. i demanded a bunch of students to play my game, and the game failed. next year i was with a team of colleagues, in a studio with an almost opposite approach. all my former complaints were there. and i look both at the process and to the products, this second definitely didn't yield worse results. that strictness, that formal straightjacket was something useless; just a vagary. motivation and production had different mechanisms. it was not about a conveyed seriousness. this slackness could have been an essential part of the "creative" studio. but the questioning doesn't stop short: perhaps, discipline itself was something to be questioned. it was meant to be a tool for shaping individuals to be prospective employees. and seriousness may not be something relevant to neither working, nor life. if some young people decide to discipline themselves in order to produce something fine, it should be their liking. i understood that, unintentionally, i had produced from myself, a warrior of an ancient, hierarchical education style, where survived a distinction of master-apprentice, or superior-junior; and survived some pre-given truths and methods, and survived a self-disciplined subordination... a strange stratification: both proud of not being an architect, and trying to reproduce that profession unto death; both crying out essential evils of architecture, and constant talk about the "goods" of architecture.

Hiç yorum yok: