27 Ağustos 2010 Cuma

bir de tez yazmam gerekiyor

1. tasarım problemi ve süreci: tasarım alanı geniş ve az-tanımlı, tasarım süreçleri belirsiz ve "tasarım oyunları" modeline uymaktalar; parça-pinçik, süreci-dağınık, sınırları-belirsiz, üst-üste-düşmeli, zayıf-strüktürlü, özetle: genelde kötü-tanımlanmış, yer yer şeytani-tanımlanmış, az sayıda işlemde ise iyi-tanımlanmış. tez şu: tasarım alanındaki/süreçlerindeki bileşenlerin çoğunluğunda belirsizlik ya da kötü-tanımlanmışlık 'içkindir' (açıklayınız!!?). mimari tasarım gibi alanlarda işlevsel ve biçimsel işlemlerdeki karmaşıklıklığın ve belirsizliğin karşılığını bulduğu otomasyon süreçleri geliştirilmeli.
2. yapay zeka ve otomasyon: böyle bir problem çözme alanına karşılık gelen uygun tavırları insan tasarımcılar sergiliyorlar; ki bu tavırlar bütünü genelde "o güzel eski-moda yapay zeka" (GOFAI) yaklaşımlarıyla örtüşmüyor. temel sorun "kombinatoryal patlama" (biri bana boşluktan türkçe terminoloji göndersin). "arama" olarak tanımlanan problem çözme yaklaşımlarında parametrelerin sayısı arttıkça optimal çözümü bulmak için ihtiyaç duyulan süre ve hesaplama gücü imkanları kolaycana aşabiliyor. mecaz değil, miktarlar evrendeki parçacıkların sayısını aşıyor. eğer tasarıma, süreci, öğeleri ve sonucu iyi tanımlı bir problemmiş gibi yaklaşır ve algoritmik yöntemlerle optimum çözüme ulaşacağımızı varsayarsak yolumuz tıkanıyor. kendimizi ya problemi aşırı basitleştirirken buluyoruz ya da "oyuncak problemlerin" dolaylarını terkedemiyoruz.
3. yapay zekada yeni yaygınlaşan yaklaşımlar: evrimsel algoritmalar da bu tip sorunlara karşılık bulmak amacıyla ortaya atılan ve uygulamada gittikçe daha fazla yer bulan yaklaşımlardan biri. doğaları tam olarak matematiksel modellerle ifade edilmiş olmadığı için özellikleri bir miktar karanlık kalabiliyor bu yöntemlerin. matematikçi ve teorik mühendisler de biraz kıllanıyorlar böyle şeylerden. ama uygulamacı mühendisler pratik insanlar ve yeni yöntemler hızla yaygınlık kazanıyor. (sonra birileri oturup bunun teorik incelemelerini de yapıyor tabi.)
4. mimari tasarım otomasyonu: diyelim ki mimari tasarım alanını şöyle yapay alt alanlara ayırdık: a. kavramsal-idari-mali meseleler b. biçimsel ve işlevsel işlemler c. kenar işler [pizza servisi]. özellikle (a) maddesine, daha dar olarak da politik ve düşünsel tutumları da kapsayan kavramsal grubuna yönelik otomasyon "AI complete" dedikleri türden bir problem diye düşünüyorum. ancak yapay zeka kapasitesi bir insan tekinin temel kavramsal araç gerecinin kapasitesine ulaştığı gün çözülebilecek bir problem. (c) bendindeki öte beri işlemlerinin hakkını da ne yapsak ödeyemeyiz tabii ama işaret edip geçelim. benim çalışmam (b) maddesine odaklanıyor. öngörüm şu: tasarım alanının bir kısmını (b işlemleri) otomatize edecek tasarım sistemleri (sanal tasarımcılar) bu alanı hızla işgal edip tasarımcıyı da bir tasarım stratejisti ya da düşünürü noktasına indirgeyebilirler (a işlemleri).
5. pattern / örüntü: işlevsel ve biçimsel olan insanın dimağında çoğu zaman birbirinden ayrılmıyor. insan tasarımcıda çözüm önerileri genelde bir biçime bürünmüş olarak kaydediliyor gibi. bir çok zaman zihinde saklanan biçimler aynı anda hem tarzı hem de çözümü içeriyor. benim tariflediğim (ama daha buraya koymadığım) projede bu işlemler bazı noktalarda birarada, bazen ayrışabiliyorlar; ama rutin tasarım sürecinde de geçerli bu. işte bu biraraya gelişi 'örüntü' (pattern) tabiriyle karşılamaya çalışıyorum şimdilik. kurguda bu örüntüler tasarım süreci boyunca 'açınıyorlar'. her örüntü bütüncül bir çözüm önerisini potansiyeller olarak sunuyor. bu tasarım yaparken kağıda bir mekanı ifade edecek şekilde bir kutu çizdiğimiz ana karşılık geliyor. ya da problemi zihnimizde evirip çevirirken aklımıza hepsi de problemin çeşitli bileşenlerine yönelik bütüncül çözümler sunan bir seri kısmi-bina imgelerinin gelmesine... örüntü kelimesi tanımlı bir nesnenin ya da işlemin ortada bulunuş halini değil, tam olarak belirlenmemiş bir nesnel düzenleme fikrinin problem çözme halini/potansiyelini ifade ediyor. bu anlamda alexander'in kullandığı anlamıyla bağlantısı kuvvetli. [desen kelimesini kullanmayı planlıyordum, ama desen fransızca dessin kökünden geliyormuş (bkz) o da çizim, tasarım anlamına geliyor zaten farkedeceğiniz gibi. bu da istemediğim bir ikileme yaratıyor.]

26 Ağustos 2010 Perşembe

acılar bitti çok yaşa yeni acılar

bir iki günlük acılarım sonlandı. yeni girişeceğim kodlama-uygulama çalışması (projemin yeni bir safhası diyelim) için genel çerçeveyi oturttum. belirsizliklerin azaltıldığı ferah bir an. neyi nasıl yapacağım büyük ölçüde belli. ama durup beklemem gerekiyor niyeyse. hemen devam edemiyorum. hem güzel hem de gergin bir aralık. bu ana kadar biraz daha sıkıntılıydım, elim makalelere metinlere varmıyor idi, okuyup ettiklerim üzerinden anlamlı bir noktaya varıp varmayacağım da belli değildi.

sonra ama ne yapacağını çok daha iyi bilmene rağmen işi kenara bırakıp şöyle bir duruyorsun, çünkü bu sefer de insanın eli kod yazmaya varmıyor, çünkü uygulama esnasında önceden öngörülemeyen bir sürü sorun çıkacak. asla pürüzsüz bir süreç olmuyor. yine de başlayıp kaptırınca keyifli bir süreç. sürekli problem çözerek ilerliyorsun. bi de deadline'lar sıkıştırmasa..

24 Ağustos 2010 Salı

istatistiğin faydaları



elimde soldaki grafik var. bunu anlamlandırmam gerekiyor. her satır bir özellik dağılımını ifade ediyor (bunlara "feature distribution" diyeler) . sol kolon kütüphane binalarının ortalama olarak birbirinden ne kadar farklı olduğunu gösteriyor. ortadaki kolon kütüphane binalarının ortalama olarak seçtiğim diğer tipolojilere ait binalardan ne kadar farklı olduğunu, en sağdaki de rastgele olarak üretilen binalarla benzerliğini ifade ediyor.

sondan 3 - 6 arası satırlara bakılacak olursa bazı analizler istendiği gibi kütüphane binalarının birbirine daha çok benzediği, ondan sonra diğer binalara ve en az da rastgele düzenlemelere benzediği dağılımlar üretmişler. iyi gibi.. ama iyi gibi mi? yani bu sonucu güvenle ileri sürebilir miyiz? bir seri sorun var, birincisi, bu kütüphaneler biçimsel ve işlevsel olarak farklı alt gruplara aitler ve her bir alt grubu temsil edecek yeteri kadar örnek yok. diğer binalar dediğim de hepi topu 3 bina. ayrıca ortalama değeri tek başına bir şey ifade eder mi? bakınız aşağıdaki grafiği inceleyerek iyi sonuç veren özellik analizlerinden birini anlamaya çalışalım (üstteki grafikte sondan 5. satıra karşılık geliyor):


13 bina tek tek boyanmış (rastgele üretilen 6 adet bina elle boyanmadı elbet), bunlar sayısallaştırılmış, sonra çeşitli "özellik histogramları" üretilmiş (dağılımları histogramlarla temsil ediyoruz), sonra bu histogramlar teker teker karşılaştırılmış, yandaki 19*19'luk matris bu tip bir tek özellik histogramı üzerinden her bir binanın diğerlerine uzaklığını görselleştiriyor. birbirinin aynı olunca siyah (bkz. diyagonal), en büyük uzaklık ise beyaz. mesela troyes ve usher diğerlerine bu özelliğe ilişkin dağılım açısından epiy benziyorlarmış (soldan 8. ve 10.) seattle ise hepsinden epiyce farklı, şaşırtıcı da değil. kütüphane binalarını karşılaştıran 10*10'luk alan en koyusu, sonra takip eden 3 sıra 3 kolon, en sondaki 6 sıra ve 6 kolon ise baya açık renkli görülüyor. sağ üstteki 6*6'lık alan rastgele düzenlemelerin genel olarak birbirine benzediğini anlatıyor. şimdi ilk grafikteki siyah-gri-beyaz geçişi daha anlamlı görünüyor. ama söz söylemek için yeterli mi? mesela bazı binalar birbirlerine uzak ama rastgele düzenlemeye daha fazla benziyor? bunu nasıl değerlendiricez? şimdi burada ilk başta yapabildiğim bu 10*10'luk alanın sonra 10-13 arası ve en son da 13'ten sonraki alanların ortalamasını almaktı (mayıs-temmuz arası kaldığım nokta buydu). en yukarıdaki grafik onu ifade ediyor. fakat bi de şu grafiğe bakalım, bunu bugün yaptım:

hmm.. buna "boxplot" diyorlarmış. 1-2-3 (3*i +1, 2, 3) numaralı kutular tek bir binaya ait. 10 adet kütüphane için bir üstteki çıktının başka bir görselleştirmesi oluyor bu. şimdi en sağdaki üçlüye bakarsak, 28 numara 10 numaralı binanın (usher) diğer kütüphanelerle uzaklığının dağılımını gösteriyor. "range" oldukça geniş. ama ortadaki kutu örneklemin %50'sini kapsıyor, kırmızı çizgi ise ortalama değer. 29 numara usher'in diğer tip binalarla farkının boxplot'u ve en sağda rastgele binalarla uzaklığının dağılımı (bu bağlamda fark ve uzaklık denk bir anlamda kullanılıyor). şimdi burda umutlu olmak için de sebep var fazla sevinmemek için de. görülebileceği gibi en az altı adet binada dağılımların asıl ağırlığı (kutulara denk gelen %50) rastgele binalarla örtüşmüyor. ve tam istediğimiz şekilde diğer tipolojideki 3 bina da daha benzemez imişler (istenen sonuç). yine de çoğu bina en az bir adet rastgele binaya en az bir adet normal binaya olduğu kadar uzak (tatsız sonuç).

şimdi bu çıktılar ilk sınanan tüm özellik dağılımları için bir bir üretildi. ama yorumlanacak çok konu oluyor. mesela 8 ve 10 numaralı binaların uzaklıklarının dağılımları birbirine çok benziyor. yukarıda yazdığım gibi bu iki bina birbirlerine bu özellik açısından da oldukça benziyormuş. bu ilginç bir sonuç çünkü böyle olmak durumunda değildi. iki binanın planlarını inceledim. pek de birbirine benzetemedim. hmm. bu durum binaları manuel olarak alt gruplara ayırmanın çok sağlıklı olmayabileceğine işaret ediyor. (bunu otomatik olarak yapmak için bir takım istatistiki teknikler var ama onları öğrenmeden bitirmek istiyorum artık bu doktorayı, lütfen)... altından kalkmak güç. dolayısıyla daha sınırlı bir alanda dikkatlice ilerlemek gerekiyor.

burada istatistik tekniği demeye değer bişey henüz kullanılmadı. aslında asıl iş bu görsel incelemeden sonra başlıyor. yine de bir istatistiğe giriş dersinin ardından elimdeki rastgele düzenleme sayısının az olabileceğini anladım. diğer binaların sayısı da çok az. kütüphaneler arasından da daha bilinçli bir şekilde az sayıda alt tipolojiyi düşünerek seçme yapıp örneklemimi genişletmem gerekiyor. son olarak, ilk denediğim özellik dağılımlarının hiç biri yeterli ayrımsama gücünü elime vermedi. ama.. çalışmaya devam. en azından nereye odaklanılması gerektiği ve nelerin çalışmadığı açıkça görülebiliyor.

22 Ağustos 2010 Pazar

çalışma iradesi = 1 / (iş yükü x işin zorluğu)

ertelenen ve ertelenmeyen toplantı, sunum, öneri, öz ve tam metin deadline'ları arasında 40 gün önce 'image retrieval' ve istatistik çalışmak üzere yüzüstü bıraktığım data'ma dönüp onu yeni baştan incelemek üzere konsantre olmam lazım... evet sadece ortalamaları karşılaştırmak oldukça naif bir yaklaşımmış ve evet elde ettiğim az miktarda olumlu sonucun da tesadüfi olmadığını iddia edecek düzeyde bir fark yok gibi görünüyor. iyi haber, yine de araştırmanın hangi bölgesine odaklanmak gerekeceği anlaşılabiliyor... bu geri çevrilen bildiriler asgari müdahaleyle kurtarılabilir mi, ikisini birden yapacak zaman var mı? esasında yeterince sadeleştirebilirsem var gibi... minimumda ne eklemek lazım? case study ve verification, üff, altı aylık iş var, üç ay zaman var... ne çok iş var, ne az zaman var, en iyisi şimdi vaktimi boşa harcayayım, hemen başlamak lazım, o yüzden en iyisi başına sonra oturayım... bu nasıl oluyor? işlerin miktarı ve zorluğu arttıkça başına oturma iradesi de zayıflıyor?

17 Ağustos 2010 Salı

beni rahat bıraksınlar | tell them to leave me alone

bir yıllık ferahlığın ardından asistanlığa ait önemli görevlerime de başladım. staj defterleri gelmiş, internete yetiştirilmeleri gerekiyormuş, şanseseri burdayım [ağustos ayında taşkışla'da! çünkü tatile meyletmeyecek kadar tuhaf bir insan oldum.] fakülte sekreteri bana telefonla ulaşıp durumun aciliyeti hakkında beni bilgilendirdi. stajların onaylarını sisteme gireceğim, elimde toplam üç staj defteri var, bunların iki tanesinin geçerli olduğunu biliyorum ama hangisi oldukları karışmış! [asistanlık ders kitabım için güzel bir egzersiz.] bir öğrenci 15 günlük staj yapmış, bir bilen bulup sormak gerekiyor [ağustos ayında taşkışla'da!?], en az 24 gün olmayacak mıydı, öğrenciyi de mağdur etmemek gerekiyor, öğreniyorum, tabi ki 15 gün de oluyor 37 gün de oluyor, 7 gün de olur, 3.2 gün olabilir, beklenmedik bir sorun çıkmış, böyle bir formül bulunmuştur, arkadaş bu şekilde mezun olabilecektir, sonraki dosyaya geçiyorum, sistemde bulamıyorum, çünkü staj geçen yaz yapılmış!? geçen yıldan kalma ama onu bile bir bilen bulup sormak gerekiyor, öğreniyorum, olmaz değilmiş ama başkalarına da ulaşıp onlara da sormak iyi olurmuş, belki de hakkaten bir kıyak geçilebilir? neyse ben inisiyatif aldım dikkate almayacağıma karar verdim, belki de haksızlık ettim, inisiyatif de almamak gerekiyor. toplam 3 dosya, yarım günlük mesai + bir seri telefonlaşma + merdivenlerden aşağı yukarı iniş çıkışlar + baki kalan bir huzursuzluğa maloldu. ne dağınıklık.. herşeyin her an mümkün olduğu, hiç bir stabil kural ve prosedürün bulunmadığı şaka gibi bir kurum.. benim için çok yorucu. bu işler bana göre değil. yoruluyorum. ben kafam tertemiz olsun, çalışmalarıma bakayım istiyorum, iyiymiş öylesi, denedim, sevdim... iyisi mi ben kuralcı olayım, "acaba çocuklara haksızlık mı oldu?" diye diye içimi sıkmayı bırakayım, kafamı, ruhumu, mesaimi boşa harcamayayım. diğer zebaniler isterlerse makul olsunlar, anlayışlı olsunlar. işini olmadık yollardan hallettirmek isteyenler o diğerleriyle halletsinler, değil mi efenim. beni rahat bıraksınlar.

dünyalığımı yapıyorum da, ahretliğim ne alemde?

doktora bitene kadar daha ne kadar öğrenmem gerekecek? bu kadar çok eksiğim mi varmış gerçekten? peki ben bunca yıldır ne yapıyormuşum? acaba işime yaramayacak konular mı çalışıyorum? (niye şimdi oturdum referandum anketlerinin hata payını çalışıyorum?) bir-gerçek-hayat-boyu bu öğrendiklerim işime yarayacak mı? acaba bütün bu konuların doktoramla gerçekten alakası var mı? acaba ben artık kronik öğrenci mi oldum? artık sırf çalışmak için mi çalışıyorum? [sorun yok, gerçeklere dönmek için sihirli sözler: "deadline ne zamandı?"] peki bu koşturmaca içinde yarıda bıraktığım konulara gerçekten dönebilecek miyim? peki doktoradan sonraki sorgu gününe hazırlanıyor muyum?

29 Temmuz 2010 Perşembe

mükemmel çalışma ortamının peşinde | the quest for the perfect workplace

1. temizlik (ve kumaş nevinden öğelerin yıkanması) 2. astronotların yerleştirilmesi 3. oda arkadaşının eşyalarının uygun biçimde masa altına istifi 4. masaüstünün boşaltılması 5. avlu ve odaya ilişkin zaman çizelgesinin oluşturulması (saat 5'ten sonra avlu) 6. çay kahve su aburcubur tedariki 7. diğer ıvır zıvırın halledilerek kafadan uzaklaştırılması 8. akşamüstü güneşine karşı jaluzi mücadelesi (kararlılıkla) 9. anılar 10. avluda boy göstermek 11. bugün şu survey'i okuyacağım 12. galibiyet yemini (13. eyüp sultan'da dua) 14. öğlen gazeteleri 15. ıvır zıvırın internetten bakılması 16. ama survey'i okuyacağım yani o tamam 17. ama oparlerler patlamış? 18. eski oparlerlerin montesi 19. klavye kimdeydi acaba 20. odanın önündeki ağaçlar tümden kurumuş :[ 21. koltuk örtülerinin pencereye asılması 22. kafayı toplamak 23. en geç 1 ağustos, kararlılık yeminleri 24. eve internet bağlatmak 25. bi gün de böyle geçti 26. deadlinelar bir gün daha yakın

[insanın çalışma ortamında hızlı, stabil ve sansürsüz internet olması gerekiyor, çalışma ortamı ise insanın dolandığı herhangi bir yer olabilir. insanın ne zaman nerde zaman ve konsantrasyon bulacağı belli değil, bulduğu anda da oturabilmesi ve yığın yığın listelenmiş işlerinin bir ucundan tutabilmesi gerekiyor. şahsi işler ve akademik işler diye bir ayrım da yok, hepsinin yapılması gerekiyor ki sonuçta bir ürün verilsin. sularımın akması gerekiyor ki çalışabileyim. ama gündelik işler de kolay hallolsunlar efendim, gündelik işlerimi planlamaya değil üretimimi planlamaya zihin mesaisi harcayayım istiyorum. gazete okuyup kafa dağıtmaya kalkınca günümün verimli kısmı bitmesin. günümün verimli kısmı daha uzun olsun. ayrıca gürültüde çalışılmıyor; istanbul çok gürültülü. sıcakta çalışılmıyor; istanbul çok sıcak. malesef bu iki sorunu birlikte çözen avlumuzda inşaat sürmekte. daha dönem bile başlamadı. dönem başlayacak. bitimsiz ve verimsiz toplantılar insana yaz öğlenleri gibi baygınlık verecek daha. mükemmel çalışma ortamı bir hayal oldu artık. sanıyorum çıtaları aşağılara çekmek gerek. 5'e 1? iyi bir doktora teslim edebileceğim konusunda umutlanmışken can sıkıcı gerçekleri kabullenmek... yurdadönerin idrak anı. tümden sersem mi acaba?]

24 Temmuz 2010 Cumartesi

elle tutulur | tangible

burdaki hocamın sorusunu şimdi daha bir içime dokanaraktan değerlendiriyorum. bana diyordu ki, ilk günden beri, "bana söyler misin, sen ne yapmak istiyosun, sektörde, alanda ne gibi bir eksiklik gördün, sen bunla ilgili ne yapacaksın?" taşkışla'dan geldiğim halimle bu soru bende alerjik bir tepki üretiyordu (sektördeki eksiklik ve pragmatik çözüm önerileri ha?) ve tabi cevaplamaktan kaçıyordum. araştırmamın belirsizliği onlara riskli geliyordu bunu anlıyordum da, amaçların tanımlanmamışlığı ve genelliğiyle dertleri neydi tam anlamıyordum.

şimdi uygulamalı bilim alanlarına ait makaleleri okudukça ve kendim de yazıp konferanslara kabul ettirmeye çalıştıkça aslında o zaman soruyu tam olarak doğru anlamamış olduğumu görüyorum. soru inşaat sektörünün sorunlarını ele almak üzerinden formüle edilmiş olabilir ve bu haliyle sevimsiz çağrışımları var gerçekten ama aslında araştırmacı için başka bir açıdan hayati önemde: bilime yenilik getirme, yeni bir bakış ya da bilgi sunma, yeni bir yöntem geliştirme kriterini karşılamak açısından... araştırmacının esas varlık sebebi bu. araştırmacıyı meslek adamından, uygulamacıdan ayıran şey bu. temel faaliyeti de bu kriteri karşılayan çalışmalar yapıp yayınlamak. çalışmaya başlarken bu soruyu sormanın ne kadar etkili olabileceğini artık anlıyorum. ve sormamış olmanın ne denli tatsız sonuçlar doğurabileceğini de..

insan emeklerinin karşılığını alamadıkça ve vakit kaybettikçe bu "etkili olma" tavrına meylediyor. artık alerjik tepki gösteremiyorum. çünkü çok emek harcanıyor, çok zaman harcanıyor, çok moral harcanıyor, canım çıkıyor ve somut bir ürün ortaya koymayı tercih edeceğim artık. somut ürün de, yayın, yazılım, patent, proje.

"tell me, what kind of problem, or deficiency, have you detected at the sector, or at the discipline? and what will you offer, as remedy?" this was the question that caused allergic reactions all over my organism; and which i had been responding with mere silence. (deficiencies and remedies, eh? too pragmatic!) now it touches me in a rather different way.

well, yes, at first it's a boring question. but as soon as you start to interpret this will for effectiveness not in terms of professional practice, but rather as a kind of effectiveness in academic practices (i.e. publishing), the issue becomes quite touchy.

publishing seems to be the 'raison d'etre' for an academician. and if you want to publish, you have to offer a new and useful bit of knowledge. so first you have to develop that bit of knowledge; hence, the need to ask the above mentioned question from the very beginning of a study.

you get to appreciate the importance of this question better and better, especially when you loose huge amounts of time, effort and motivation; and achieve nothing in the end. too much effort, too much time... i'm not that arrogant anymore. let me be effective and pragmatic.

ben geldim | here i am

dört aydır buraya bişey yazmamışım? aslında araştırma inip çıkmaya aynen devam ediyor. yine yılmadan çalışmak, yine yılgın yılgın çalışmak, yine hayaller, yine gerçekler, yine umutlar ve yine hayalkırıklıkları, güzel haberler ve tatsız haberler... benim için en büyük haber, artık yurtdışı vazifem bitti, dönüyorum.

yazmadığım dönemde 'pattern recognition'dan girdim sonra kendimi 2 ve 3 boyutlu 'image retrieval' çalışmalarına dalmış buldum (ve sanki doğru yoldayım..) tabi bu teknikleri kullanabilmek için matematik öğrenmek falan gerekiyor, çalışıyoruz. daha da anlamlı bişeyler yapabilmek için istatistikten anlamak gerekiyor onu da çalışıyoruz. işte bunlar hep programlanacak edilecek, görselleştirilecek, test edilecek bunlar çalışılıyor, yazılacak yayınlanacak yeni deadlinelar, işte yazıyorum sonra hesaplar yanlış çıkıyor test prosedürleri oluşturuluyor hesaplar düzeltiliyor efenim bir yığın iş bitmiyor bitmiyor deadlinelar geliyor deadlinelar geçiyor yetişmek de mümkün değil gidiyoruz işte durmadan metinler iniyor yığılıyor göz at incele oku et haritala bir yandan projeler detaylandırılıyor öf..

ama doktora projemin çerçevesini oturttum ve görselleştirdim. ne yaptığım belli. hangi tekniklerle yaptığım belli. ama sonuç ne ölçüde başarılı olacak belli değil. yine de belirsizlikler gittikçe azalıyor. artık doktora metnini de düşünmem gerekiyor yavaştan. 3 yıl çalışsam bitmeyecek aslında. gerçekçi bir bakışla. ama bir yıl içinde ilk taslağı teslim etmem lazım. araştırmacı için çanlar çalıyor çalıyor çalıyor (burda çanlar beatles çalıyor). gittim baktım. kilisenin 300 küsur basamaklı bir kulesi var. çıktım. orda çanlar ve eski saatler tetkik edilebiliyor. bu çanlar zaman zaman efendim böyle halka malolmuş şarkıları çalmaktalar. dünya kupası finalinde de maçın başlangıcında, 45 dakka bittiğinde sonra maç yeniden başlayacağında bi de biteceğinde çan vurdu gibi geldi bana. ayıktım da yani. bu çakal duç kiliseleri halkla ilişkileri iyi yürütüyor arkadaşlar. biz (ben, araştırmacı) yürütemiyoruz.

bir kardeş blog kurdum. sanki daha somut sonuçlar aldıkça daha teknik ve bilgilendirici bir üslupla oraya yerleştirecektim. paralel olacaktı. ama belki de burdan devam etsem daha iyi. acısı kahrı kederi şusu busuyla birlikte. çalışmanın kendisinde yeterince akademikleştim zaten . nerden nereye fiiiy.

i haven't been writing here for the last four months? the research continues as usual, up and down.. again studying without fatigue, again studying with quite a lot of fatigue, hopes again, disappointment again, good and bad news.. the big news is, my study abroad ends and i'm going back.

during the period that i didn't write here, i've entered several areas, starting with pattern recognition, moving forwards to 2D and 3D shape retrieval (and i feel i'm on the right path.) of course i've had to start learning mathematics to be able to understand and even use these techniques. and i've had to study statistics to better evaluate the huge amounts of data that i have started to accumulate. a lot of things to be coded, visualised, tested, written, published, upcoming deadlines.. well i code some stuff then it appears that the calculations were all wrong and i had to debug and revamp, new tests to be written then, a lot of work to be done, deadlines come, deadlines go, and i'm never able to catch them. we are continously moving forward, downloading huge amounts of articles, reading and reading and mapping, then reconsider the projects, uh.

but at least i've produced and visualised the main framework of my project. what i'm doing, and with which methods, is mostly delineated. although the results, i mean success or failure, are by no means certain, obscurities are continously being minimized. i came that far to start thinking about the dissertation text. actually, this thesis cannot finish even with continous study worth three years. but i have to finish it at most in two years. the bells toll and toll, for the researcher. (here the bells ring beatles tunes. i went to see it myself. there's a gothic church tower with formidable stairs (300 steps). i climbed up. you can inspect the old bells and clocks there. i did. they play these popular melodies from time to time. and during the world cup final, i think they rang them at the beginning and end of the game. this dutch churches know publicity affairs pretty well; we (i, the researcher), we don't.

i have created another page for this blog. i was thinking to move on from there, in a more technical and informative manner. but perhaps it's better to continue from here. with all the grief, sorrow, and other stuff.. i'm already academic enough at my studies now. (i don't know the proper exclamation here.)

22 Mart 2010 Pazartesi

internet sana sesleniyorum, dünya sen anla | expanding towards an infinite internet

burda her gün dünya genişliyor! burda dediğim, deflt'te değil, internetteyim ben, dünyayı bıraktım. acayip mutluyum.. sanki mutfağa gittim de bir kahve koydum geldim..

sürekli çalışmaktayım, gah diferansiyel geometriye göz atıyorum gah istatistik ve örüntü tanıma tekniklerine.. gah yapay zeka okuyorum gah nörobilim.. gah python kütüphanelerindeyim gah blender'in inceliklerinde.. gah üretken programlama inceliyorum gah 3 boyut temsil teknikleri [bi de bi ara türkçe akademik terminoloji çalışmam lazım]... yahu yazayım paylaşayım diyorum bunları ama yazacak olgunluğa gelemeden başka bişeye atılıyorum, her bir alanda çocuk gibiyim, yazacaklarım da öyle olacak, zaten mevzuları derleyip toparlamaya zaman da ayıramıyorum, çok heyecanlı arkadaşlar.

bir zamanlar dağcılık kulübünün derslerine gidip gelmiştim, orda bir gün kaya tırmanışıyla ilgili konuşuluyor idi, ben o aralar duvarlarda dolanmıyordum ama dolanan insanlar vardı, bir kısmına "sen niye tırmanıyosun?" diye sordular, bi tanesi dedi ki [burası "hiç unutmam" kısmı]: "son zamanlarda kendimi mutlu hissettiğim tek yer duvar."

işte bu yüzden integral işareti gördüğünde kaçmayan, regresyon deyince tüyleri kabarmayan, bayezci olasılıklara açık, eli mouse'dan çok klavyede duran bir mimar olmama az kaldı. oximoron tabi bu biliyorum, mimarlıktan gerçekten çıkmama az kaldı diyelim.

edit: [böyle şeyler yazınca yanlış anlaşılıyor galiba...]

gönülsüz (?) araştırmacı olarak benim dünyaya mesajım şu: insan yetenekli olduğu, ilgili olduğu, yatkın olduğu mecralarda akarsa daha ferah oluyor, mutlu oluyor, verimli oluyor falan... çok çalışmak ve az eğlence bana iyi geliyor, çünkü yaş gurubumu eğlendiren şeyler beni eğlendirmiyor. çalıştığım konular, üretmek, bisikletle dolanmak bi de duvarlardan sallanmak eğlendiriyor... böylece bir araştırmacı oldum hakattan... bu blogun başından bu ana kadar girdiğim bir seri entry de bu dönüşümü tespit etti.. ilk başta bir kahır şeklindeydi, şimdi bir sahiplenme ve keyif şeklinde...

i'm quite happy with my ever enlarging world at the internet. i mean, now i have moved into it, into internet, i've left the earth.

i'm continously working.. differential geometry, statistics, pattern recognition and retrieval, artificial intelligence, popular neuroscience, python programming details and libraries, blender subtleties and scripting api, generative programming or 3d represenation and analysis techniques... all so exciting... i'm continously a starter now, i don't have time to reach adulthood, there's so much to learn and try, no time to attain proficiency and share!

i'm turning into a kind of architect who doesn't turn around and run when it sees integral sign, who's open to bayesian probabilities, and whose hand caresses the keyboard more than the mouse

as the reluctant researcher, my message to the world is: when you follow the paths that feel more interesting to you, that you are more talented at, towards where you show a propensity, then it gets happier, easier, more productive... all work and no fun feels good to me, 'cause the interests of my age group mostly don't appeal to me... what appeals to me is, the issues that i've been working on, producing, trying, cycling, and hanging down the walls...

hence, i became a researcher! surprise... and a series of entries from the very start of this blog, including this one, are demonstrating this transformation... at first it was rather in the form of discontent, now it's embracement and joy.

8 Mart 2010 Pazartesi

pattern'e sığındım | savior pattern

hani bu felsefecilerin işi kavram yaratmak olsa, mimarların işi de yeni pattern ve yeni pattern-işleme-ve-üretme-patternleri yaratmak olabilirdi diye düşünüyor insan.. tabii bu ancak bir hedef olarak.. yoksa mesela delft'te yaşarken alışılageldik birkaç pattern'in hayalgücü-dar-uygulamaları olmayan fazla yapı görmek mümkün değil. geldim geleli tüm hollanda'da sınırlı sayıda pattern üzerinden kolayca ifade edilemeyecek yapı görmedim zaten.

pattern language ve tasarım oyunları modelini üstüste koyunca tam oturmuyor, ama yarayışlı bir yanı var alexander'in yaklaşımının.. tasarım oyunları çok genel bir ölçekte duruyor, oldukça yüzeysel ve soyut. oradan mimarlığa yönelik bir tasarlama sistemine varmak için ara yaklaşımlar bulmak gerekiyor. bazı patternler problemlere yönelik bütüncül çözümler sunuyorlar. bir anda hem problemi tanımlıyorlar, hem çözümünü. sınırları belirliyorlar. pattern seçildikten sonra problem artık daha tanımlı hale geliyor.

now i start to remember.. at the beginning there was that book, a pattern language.. i haven't realised the amount of influence this book have had on my design thinking.. i have been thinking in terms of architectural patterns all through this project, since it's inception in the form of a naive sketch in 2006...

correspondence between design games model and pattern language is rather loose, yet, "game" and "tool" items were consciously based on alexander's patterns. and now i've found more usages for patterns. [indeed this concept, pattern, is one of the most handy and versatile concepts ever created... i use it for everything, i mean not only in the guise of architectural patterns...]

design games model was rather abstract (perhaps even superficial). though meaningful as a depiction of our position in design theory, when it comes to practice, i'm not sure if it offered us enough inspiration for advancing beyond that entity-operator pair, which is rather well known in AI history. hence there was a need for intermediary approaches if this research was to arrive at designing systems.

so i came out with the good old 'pattern'! a fairly abstract pattern might be a holistic solution proposal, which delineates, and delimits the universe of possibilities, for a given design brief. in fact i haven't seen many buildings around delft that couldn't be presented as mere adaptations of a number of basic patterns.

then i thought, as if, the task of the philosopher was creating concepts [deleuze asserts this in "what is philosophy"], the task of the architect could have been creating new patterns. patterns and patterns of manipulating and processing those patterns. as an ideal i mean.

5 Mart 2010 Cuma

hızlıtasarlagençöl buluşmaları 2 [ya da boom boom boombalaarım]

şimdi de markos novak'a gittim... aşağ kata gelmiş yani... gidip izledik... hani ilginç şeyler üretmemiş değil, üretmiş... lakin "boş adam değilim, yaptıklarımın arkasında entelektüel bir arkaplan var" mealinde ucuca eklediği kavramlar, metaforlar, nakiller.. onlar beni pek ikna etmedi.. biraz basit geldi.. niye basit geldi, onu da söylemek zor.. epiy mimar işi olmuş ondan belki.. daha üçbeş yıl önce herkes "markosmarkos" diye bağrını yırtınıyordu, şimdi bir kıytırık odacıkta odayı anca dolduran miktarda öğrenciye konuşuyor.. konuştukları da biraz yavan gibi.. ne oldu diyor insan..

bu mimarlık ortamını 60-70lerin rock müzik ortamından ziyade [bkz. design fast and die young] 90ların türk popu ortamına benzetmeye başladım ben.. markos novak, sunumunun önemli bir kısmını böyle sürekli uçları, sınırları, gezilmemiş görülmemiş alanları araştırmak, dolayısıyla hep avangard kalmak hususundaki düşüncelerine ayırmıştı, böyle şemalar falan yapmış, uzaylar zamanlar boyutlar uçlar arasında gidip geliyor, cidarlar esniyor, genişliyor, çizgiler olağan yollarından saptıkça sapıyor, tüm bu şemalar ölçülü dozlarda neolojizmlerle dekore edilmiş.. söylediği de şu idi, "aman bakın ben nasıl da hala kuulum, hala en önde koşuyorum, sürekli diğer alanlardan acayip şeyler ihraç edip disiplinin yörüngesini saptırıyorum.." tuhaf bir enerjisizlik, bir performansından emin olmama hali, bir tutukluk vardı üzerinde bunları anlatırken... çünkü izleyicilerin suratlarıyla karşı karşıyaydı...

adamın endişesi bence gayet haklıydı... her yeni parlayan yüz "ben kalıcı olmaya geldim, tek şarkılık adam değilim" diye ortama atılıyor, beraberinde yeni yükselişe geçen kavrayışlar, teknikler, görsellik ve metinler getiriyor... bir sezon bütün stüdyolar kalçalarını o elemanla sallıyor, sonra ertesi sezon "ulan ben bu şahsın söylediklerinde ne buldum da tüm yaz haydi eller havaya ha?"

eskimişti.. çok değil biriki yılda, markos novak ve yaptıkları.. hayır yepyeni ve yapılmamış şeyler peşindeydi hala, ama bütün çerçevesi eskimişti sanki, toptan, yani o dönem, o kavrayış tarzı geçmişti sanki, onun geliştirdiği kavrayışlardan sapılmıştı bile, bütün bir iklim birden değişiyor ve ayak uydurman mümkün değil sanki, sen belirli bir ortama yönelik bir seri araç ve bir kafa yapısı geliştirmişsin, ama aslında o raddede plastik değilsin, senin adapte olduğun ortam yok artık, sen o ortama göre şekillendin, şimdi artık yeniden şekillenme olanağın yok... markos'un değişmeye yeminli kafa yapısı bile iki-üç yılda eskiyebiliyor... ama alissa andrasek öyle miydi ya? nasıl kıtır kıtır bıngıl bıngıldı! o da eskiyiverecek biriki yıla...

geçende zaha hadid'in eski monografisini elden geçirdim.. ne yeniydi bu kitap ilk çıktığında, ne şaşırtıcıydı bu kadının işleri.. şimdi nasıl sararmış eskimiş şaştım kaldım... rak değil pop yani.. türk popu.. bunlar genç de ölemiyor, hep orada kalmak için yüz gerdirmeler falan oluyor.. tabi alttan gelmekte olan gençler zirveye erişmek için amansız bir yarış içinde, çılgınca çalışıyorlar, onların tentikülleri eskiyeni, ilginçleşeni, kuul olanı nanometrik hassasiyetle ayırdediyor...

bunun için uğraşılmaz aga... ne saçmalık... disiplinin sınırlarında dolaşmaya bi milyon kere evet, fakat bundan popstarlık umanlar allahlarından bulsunlar. acaba buralarda bir yerlerde stüdyoyu katılımcı kılmak için güzel, pragmatik bir sebep bulunur mu?

this time i went to marcos novak... i mean he came downstairs, so we went and watched. well, he had been producing some interesting stuff... however, the chain of concepts and metaphors, which he had elaborated as if to show that all those what he had been doing had a deep conceptual background, it didn't convince me... it was sort of, simple? i'm not sure if i am able to express why i think this way... perhaps it was a bit too 'architectish?'... think about it, just a few years ago everybody was cheering out loud: "marcoos! marcoos!" today, at that small lecture room, in front of a bunch of students -most of whom didn't seem very much excited... and what he talks about sounds a bit prosaic... i ask, what happened?

i started to think that the scene of architecture seems more similar to turkish pop music of 90's, rather than rock music of 70's [see: design fast and die young].. the guy, novak, dedicated a good portion of his presentation to demonstrate how he was adamant to continuously scan the borders of architecture, transgress those borders and enlarge the perimeter of the discipline, hence he was meant to stay avant-garde forever. what he was trying to say was: look at me, i'm still cool, i'm still on the front line, i'm incessantly importing novelties into architecture from other disciplines and diverting it's usual course with my long lever... yet a strange lacklustre, unsure, hesitant manner was observable in his performance... ('cause he was face to face with his unexcited spectators)

and his anxiety was reasonable... each new bright face rising on the scene talks like: "i came here for staying long, i'm not one of those one-song-stars!", and brings new perceptions, techniques, texts and visualities... that season all the studios shake their hips with that new star, then the next season nobody is interested in that old song any more...

he had got old. in just a few years; marcos novak and his deeds. he was still after novelty, yet all his of his framework was like worn out. it was like that period, that style of understanding had passed, we were already at another position, diverted from his direction. a whole climate abruptly changes and it seems impossible to keep pace.. you are developed in a climate, you developed your techniques, tools, your understanding and your ways of changing at that climate, and that climate is gone, you're invalid now, you're no more cool, and there's no way to reshape yourself to catch the wave again. even if you were dedicated to change forever, like marcos novak... but what about alissa andrasek? wasn't she still new and crunchy? well, yes she was!.. yet we can guess that she will get pale just in a few years..

it's not rock, it's pop, turkish pop! no legends, only ambitious funny starlets. and these people aren't able to die young either; they desperately try to gain youth again via aesthetic operations... there's a huge pressure from below, where huge quantities of youth work to force their ranks upwards, they are new, alert and they are able to sense what is trendy and cool, and what is not at a nanometric sensitivity.

4 Mart 2010 Perşembe

garip ama gerçek | really..

nihayet bu aşamaya geldik.. projemin aslını, kendisini, projesini detaylandırmaya/uygulamaya geçtim... ve detaylandırma süreci kodlama sürecinden tümüyle bağımsız olmuyor.. ikisi bir arada yürüyor. "tasarım oyunları"nın yeni hedefi mimari tasarım. öyle ilüstrasyondu, grafikti, nesneydi şuydu buydu değil... fikirlerim var. valla. tasarım oyunları modelinde bazı noktaları revize etmem gerekti. detaylandırdım diyelim. projemin hedeflerini netleştiriyorum. araştırmacı artık ya başarılı olacak, ya başarısız...

now i have some ideas to start giving a concrete shape to my vague project, and i have started to develop a series of sub-projects, in the field of architectural design.

15 Ocak 2010 Cuma

beşdakkadaha | five munit

araştırmacı kış uykusu uyuyor. uyuyanın üstüne kar yağıyor. memleket sürekli kar altındadır. araştırmacının suçu yok bunda. aslında beş dakika boş durmadı. kitaplar, makaleler, konular, kavramlar, tartışmalar güzel. koltuk da güzel. ev sıcak. kahve var. araştırmacı yeni bir harita yapmaya karar verdi (bkz. freemind bkz. vue, kullanınız kullandırınız). bu sefer başka dalgalarda dolanacağız (kkd de katılacak). zihin felsefesi - nörobilim - bilişsel bilimler - bireysel özdeşlik - kendi/benlik - yapay zeka alanlarından ilgili başlıkları, terminoloji açıklamalarını ve tartışmaları bir haritaya yerleştireceğiz. araştırmacı kkd'nin yanına gittiğinde başka bir insana dönüşüyor. kkd'nin kötücül kendine güveni araştırmacıyı etkisine alıyor. allah kimseyi kkd'nin etki alanına sokmasın. araştırmacı oldukça iyimser. beş dakka daha uyuyacak.

i was hibernating, during this winter which turned out to be snowy, but under the bright sun and blue skies. i was reading.. the most exciting books on earth.. popular neuroscience, artificial intelligence, personal identity discussions etc.
and there was coffee.

6 Ocak 2010 Çarşamba

neyse ki artık alıştım | getting used to it

makalemi reddetmişler. 4-5 kişiye okutmuşlar. hepsi de daha çok tanım istiyor, daha açıklık seçiklik, sistemin işleyişine yönelik daha detaylı açıklamalar ve örtük olarak: daha az spekülasyon daha somut veriler... hiçbiri tam olarak ne anlattığımı anlamamış bu da metnin yeterince açık olmadığına işaret ediyor. düzey ve içerik açısından 'iyi'den 'çok zayıf'a kadar çeşitli notlarım var. genel notumun "fair" olduğu söylenebilir. bu da iyi bir not olmuyor belli ki. incelemecilerin bir kısmı metni yine de kabul edilebilir bulmuş gibi. ama son eleştirmenim detaylı biçimde hesabımı kesmiş. sevmemiş yani gayrı-akademik tavrımı tarzımı, cezamı vermiş. çok zayıflarım da ondan gelmiş zaten. incelemecilerin hepsinin üstünde anlaştıkları bir iki detay da var ki hiçbirinin tasarım kuramcısı olmadığı yönünde izlenim bıraktı bende. ben de ne düşünüyordum ki? şunu: konferansın sanat ve tasarım ayağına başvurduğum için daha ferah ve spekülatif bir camiaya hitap edeceğimi sanıyordum. sonuç olarak ne karşımdaki kitleyi ne de hangi düzeyde ve yaklaşımda bir makale beklendiğini anlayamamış olduğum kesin. keyifle ve hızlı yazmıştım ve pek çok noktayı sonra düzeltebilirim sanmıştım. oysa daha hazır bir makale bekleniyormuş belli ki. iyi olmadı bu durum. ferahlayacaktım kabul etselerdi. şimdi hala "yayın yapmam gerekiyor". gerekliliklerhhh. borçluluklarhhh.

yaklaşık beş haftadır okumaya vermiştim kendimi. soruyorlardı "işin başına ne zaman oturuyoruz araştırmacı?" ama ben zaten işin başındaydım. okuyor idim. ve bu böyle devam edebilirdi mutlu mutlu... şimdi kolları sıvayıp üretmeye geçmek gerekiyor tekrar. bütün gün koltuğa yayılıp dünyanın en ilginç metinlerini okumakla kıyaslanırsa ciddi ve yorucu bir çalışma süreci bekliyor bizi yeniden. belki de hazır değiliz. belki tatil yapmamız lazım. belki hevesimiz kaçtı. belki biz bu araştırmacılığı sevmiyoruz. belki yatıp kitap okumak istiyoruz. belki emekliliğimiz geldi. belki de oturup çalışmaya başlayınca birden heyecanımız geri gelecek.


they rejected my paper.. it's sad. all of the critics demanded more definitions, more clarity, more details concerning the process, and implicitly, less speculation, more concreteness. and they are right. the text is not clear, it is fiercely bombarded with "quoted phrases" that aren't defined anywhere, it doesn't include enough details, and it seems like it is hiding shortcomings -which is true. i wrote it very fast, the study was immature, there were problems, i wasn't careful, indeeed i was somehow expecting to have time to revise the text, if it was to be accepted... well, ofcourse they were expecting a finished academic text, with possibly minor issues... but, i must admit, i wasn't expecting these real critics at an arts and design conference...

now, i still have to publish... which doesn't feel nice. i have given myself to reading for the last five weeks.. they were asking: "when will we be back at work researcher?" but i was already at work. i was reading. and this could have gone forever. now i have to start producing again. a harder and more serious period of study is awaiting; compared to reading the most exciting texts on earth all day long on my lovely armchair... perhaps we're not ready yet.. perhaps we need a vacation. perhaps we have lost interest... perhaps we don't like researching... perhaps we just want to lay down and read... perhaps our retirement is due. perhaps when we sit down and start working again, all of a sudden, our excitement will return.

5 Ocak 2010 Salı

sevgiliakademyakafamçokdolubirazyalnızkalmayaihtiyacımvar | infertilecommunicationoutoffutilediscussionorfutilediscussionoutofinfertilecommunication?

çeşit çeşit rapor var, yazıyorsun, onaylatıyorsun ("uygun mu" değil "olmuş mu" türünden), gerekli yerlere bir üst yazıyla yolluyorsun. sonra çeşit çeşit görüşme var. önce tarihini belirliyorsun, randevusunu alıyorsun mailleşmesi var, sonra teknik meseleleri var, yardım lazım oluyor çeşitli kapalı devrelerde haberleşip duruyorsun onu bu hatta bekletiyorsun öbür hattı teyit ediyorsun sonra burayı teyit ediyorsun bu sefer öbür hattan haber geliyor tekrar turları dönüyorsun e bir takım zaman kısıtları var kolay değil ama halloluyor, neyse çeşit çeşit görüşme var onlar da görüşülüyor, sen raporlarını yollamışsın bakılacaktır okunacaktır diye... raporunu samimiyetle (sonuç olarak akademik kalıpların, hatta bütün kalıpların dışında) hazırlarsan raporun yüzüne bakıp bu ne böyle der gibi konuşuyorlar, akademik ciddiyetle hazırlarsan bu sefer kim okuyacak bunu diyenler oluyor, bazıları okumuyorlar, bazıları üstünkörü okuyorlar, sonra görüşmeden ne bekliyorsun? ben görüşmelerden geribesleme beklemiyorum. bende de sorun var herhalde, nasıl bir tarzım varsa pek işin detayına inen sorular sorulmuyor bana, hayır sorulsa ben de toplatılarda kavga çıkarabilirim gergin tez izlemeler yaşayabilirim bir eksiğim yok o açıdan (fazlam var). en fazla işin geneline yönelik sorular geliyor. o da iyi. ama doğru işte. doğru söylüyorlar yani. basit. diyebildiğim bu: e öyle. bir de kalıp sorular var, bunların cevabı benim için ya oldukça kişisel ya da cidden incelikli ve fena halde tartışmaya açık. bunları gerçekten yanıtlamaya kalkarsam ne demek istediğim bile çok anlaşılmıyor, kalıp yanıtlar isteniyor aslında ve bu tür yanıtlar vermeyi becerenlerin çalışmaları bana ölesiye tatsız ve sıkıcı geliyor. genelde bu soruları gelecek görüşmelere erteleyerek sırtımdan atıyorum. (gerçekteyse asla yanıtlamayacağım. zaten en sonunda ürün ortaya çıkınca bu sorularla uğraşmayı gerekli görmeyecekler.) orda da toplantı bitiyor. teşekkür ederiz gönülsüzcüm, görüşmek üzere.

meetings fall short. then why all this toil to appoint each other at that specific date? or why leave all the exciting study to write reports and have them "confirmed"? in the researcher's case, communication is not fertile, and this academic type is mere distraction. because during the meetings the researcher effectively eliminates all discussion, and there is a reason to it: it feels that most of these discussions will turn out to be futile attempts at communication.... circular?

4 Ocak 2010 Pazartesi

frivolous heuristics

but why this rule and not the other?
_some of the heuristics might have resulted from some particular practical expediency, thus might be explained explicitly.
_but the only reason for some of them to be chosen and be adopted so fervently might be just that they are not apparently useless, and that we need some concrete direction to move on; just moving on: an abstract scheme of practicality. you don't calculate every outcome before moving on, you are constantly moving on, so in a way continuously scanning a region of potentialities, and not the other regions, and that's all.

when it comes to architectural design, we have both types of heuristics, but it's hard and sometimes unnecessary to identify, in terms of this distinction, a particular heuristic that we frequently utilize. indeed most of our 'global' heuristics that we express as "i like the idea", or "this doesn't seem right," without explicating the reasoning mechanisms (which most of the time elude us) are quite versatile and multifaceted, in that, they, at one swoop define a whole strategy and direction that enable us to move on. it seems that we have global strategies stored as 'patterns'. we feel/experience them as ideas, feelings, tastes or just frivolity; we like to seem strange sometimes. operating in a world like ours, our computer programs should incorporate frivolity and gratuitousness, this is not to exalt free will, this is practicality.

28 Aralık 2009 Pazartesi

why automation | niyeotomasyonyaniniyeyani

the question continues to linger (thus asks my temporary supervisor) :

but, why automation?

i usually refrain from giving a direct answer. i give some political explanations reminiscent of the situationists which hold some portion of truth (yea automation might be good, my argument through dishwasher). and point towards growing academic and economic interests (more and more intelligent-design-software will flood the market).

but indeed, though vaguely, i can discern why; why this fascination with artificial intelligence, computation, perception, cognitive science, consciousness; why this eagerness to imitate a portion of human behavior which is allegedly a peculiarity of the human being (i.e design activity).

it is just an assault towards the last fortress defending against complete disenchantment. nothing is special about human mind. indeed there is nothing special about anything. this is the researcher as positivist and nihilist. (two in one? don't go too far researcher!)

27 Aralık 2009 Pazar

deflated | söndü

i was heralding a massive forage into evolutionary art. but, though there might be some ideas deserving attention there, i couldn't find them yet. nevertheless i learned how they have developed some artistic photoshop filters and with what kinds of mathematical expressions they created all those ugly evo-paintings. i'll try some of them together with design games. there's this book, which is somehow interesting:

The Art of Artificial Evolution: A Handbook on Evolutionary Art and Music
by Juan Romero and Penousal Machado (Editors), 2007

includes a few nice articles worth reading.

and this article, which summarizes useful technical details:

Toward Greater Artistic Control for Interactive Evolution of Images and Animation
david a. hart, 2009

when it comes to the basic mechanism/technique, we still seem to stay roughly at the point where karl sims initiated this line of entertainment (so go first to sims himself). it's like, these artists found a new type of painting technique (like oil painting) and will be using it without questioning, just with minor improvements for a few centuries. but sims himself doesn't do that. a different mindset.

(now, let's get back to work)

16 Aralık 2009 Çarşamba

fitness function | design games'in form grafiği

let's start to think about design process, as if it is a problem solving activity, what kind of problem solving is it?
>one question is, can we ever have a kind of evaluation function for a design problem, so that all the constraints and criteria are brought together on one level and be pronounced/calculated?
_a variant of above question is: can we produce a series of evaluation functions, that are organized hierarchically, yet still comparable?

0404010:
now i have preliminary answers:
>we might consider several types of evaluation approaches:

1. define rules, constraints and definite targets, and check the proposal in terms of compliance to these,
2. define performance, and optimize parameters in terms of a fitness function,
3. define patterns and features, then measure a proposal's similarity with these

the latter two are easily applicable as knowledge lean approaches in evaluation stages. the first type is also important, but not enough, if we want to "drag" the population towards a solution. nevertheless we should use the first type as well, at definite stages.

i will concentrate on the third option, which seems to be mostly omitted (if not altogether). patterns and features will be derived from existing designs. however this approach doesn't seem sufficient, for attaining full-fledged design solutions which are fine enough to compete with human-designed ones. it should be followed by optimisation processes and supported by constraint checks and resulting corrections.