Eğer işiniz metinleri incelemekse, alimane (yani scholarly) bir özenle metinlerde ne var ne yok tarayıp sonra sanki bunlar zaten yayınlanmamışçasına "bakın bunlar böyle böyle yayınlanmıştır" dedikten sonra güya işte "o öyle demiş ama bu böyle de denebilir, zaten şu da şöyle demiş" falan, iş yapıyormuş gibilerinden yazmak aslında bazı senaryolarda o kadar anlaşılmaz değil. Diyelim ki herkesin erişemediği, ya da okuyamadığı, ya da anlayamadığı, ya da erişip okuyup anlayabileceği ama her niyeyse ihmal ettiği, yahut unuttuğu, yahut bir sebeple belirli bir şekilde okumayı akıl edemediği ama akıl etse aslında iyi de olabilecek ürünler söz konusuysa, oturup çoktan yayınlanmış metinlerdeki az ya da çok bilinen fikirlerin, elbet bunlarla ilgili tüm ikincil literatürü de hesaba katarak, incelikli, eleştirel ya da inşai, kuramsal bir tarihçiliğine soyunmak anlamlı bir üretim olabilir ya da böyle bir potansiyel barındırabilir.
Bir deneme, bir girişim, bir deney.. Tutabilir, tutmayabilir.. Her yazı da muhteşem olamaz herhalde. Bazı yazılar biraz öylesine ya da önemsiz çıkabilir. Bazen aslında akademik usulde sıkıntı yoktur da, yayınlanan ortam, ebat ya da konu elvermeyebilir. Önemsiz bir konu değildir belki ama bir kıvılcım parlamıyordur ordan, açıktır herşey, bayağı... Bazen de söylenecek herşey söylenmiş geriye vakanüvislik kalmıştır ve birinin bunu yapması lazımdır. Yok ilginç bir şeyler söylemek için daha zorlarsanız bu sefer yazıyı saçmalığın sınırlarından itip düşüreceksinizdir.
Başka ne zaman tutmayacaktır? Samimiyetsizce, tırt bir kültürel ürünü, yani aslında bir açılım, potansiyel, yenilenme ya da incelik barındırmayan bir işi, yani güçlü olmayan bir takım seçimleri, yeterince incelemeden, uzun uzadıya düşünmeden, ikincil literatürün farkında olmadan, sözde bir yaratıcılıkla, yani diyorum ki, çoktan zaten apaçık görünen sözde-açılımlar, bağlantılar, görünürde-yaratımlar için okumak, egzersiz ise, ya da bir sebeple gerekli olmuşsa çok bişey denmez ama, bir tür kariyerist zaruretle ya da iş olsun diye okumak ve yazmak, hadi not defterinize yazdınız da, yayınlamak, sonuçta egzersizler, girizgahlar, deneyler ve acemilikler kaçınılmaz olduğuna göre, ve yolda tükürülen herşeyi yayınlamayı zorunlu kılan bir akademik iklim yaratıldığı için, aslında yayınlamaya ve paylaşmaya değmez olduğu halde yayınlamak, öylesine bir yazı enflasyonu yarattı ki, arama motorları çamurdan tıkandı ve ilginç bir yazıya denk gelmek başlı başına akademik bir girişim halini aldı.
Bunun karşısında insan boylu boyunca beşeri bilimleri ve kuramsal üretimleri mahkum etme eğilimine giriyor. Ta ki, eski usul bir alimden, deyim yerindeyse bir "hümanist"ten, derin araştırılmış, incelikle düşünülmüş, keyifle yazılmış bir metne denk gelene kadar. O zaman o metnin konusu insanı ilgilendirmese de insan yapılan işe saygı duyuyor yeniden. Parodi derken bunlar kastedilmiyor da, böyle bir düzeye erişene kadar, ya da hiç erişilmeyeceği halde, bunun bir yavan taklidinde ısrar edilmesinden bahsediliyor.
İdrakin keyfi, öğrenmenin hazzı, ince düşüncenin meydan okuması, paylaşımın heyecanı... Bunları yayın baskısı ve koflukla değiştirmek, yani aslında anlamlı motivasyonları olan "woke"luk değil, o eğilimi de beraber getiren akademik kitleselleşme, bu kitleselleşmenin getirdiği kültürel enflasyon ve kalite yitimi kadar kesifleştirdiği idari rekabet, sonra her kademedeki akademik değerlendirmelerin yüzeyselleşip sayısallaşması ve bağlantılı bir seri gelişim kültürel alanları çürüttü. Akademi genç akademisyenleri "enable" eyleme kurumundan ibaret kaldı. Hep bir yönüyle öyleydi, öyle olmalı da, ondan ibaret olması fena.
Çalıştığı alanları samimiyetle seven birilerinin belirli bir donanım ve kavrayışla üretmeye devam ettiğini gördüğümüz karşılaşmalar giderek daha dokunaklı oluyor. Burada jargon üstadlığını, ya da "işini öğrenmiş", gemisini yürütüyor olmayı kastetmiyorum elbet. Samimiyetsizlik ustaca olduğunda bile sırıtıyor; yazıların nihai anlamsızlığında, vargıların öngörülebilirlik yahut zorlamalığında... Yayınlamış olmak için yazmak, yahut içine düşmüş olduğun için, bir şekilde dersini verip çalışmış olduğun için yayınlamak, ikisi de pek iç açmıyor ama makinanın dişlileri böyle dönüyor işte.
[Yazdığım bir taslak için "kampüs roman"ları ararken böylesi eski usul alimlerle tatlı tatlı dalga geçen bir sürü roman karşıma çıktı, Bolano'nun 2666'sının ilk kitabında Benno von Archimboldi uzmanlarının aşk dörtgeni, ya da de Lillo'nun Beyaz Gürültü'sünde Hitler Çalışmaları alanını kuran Jack Gladney, Houellebecq'in İtaat'ındaki (Teslim diye çevrilmeliydi) Huysmans uzmanı François vb. Hani onları okurken de insan artık kendi darlığından nefesi tıkanmış böyle bir allameliğin pek mümkün olmadığını ya da hatta eski-yeni usul diye bir ayrım da olmadığını düşünmeden edemiyor ama sanırım böyle "tek yazarlık uzman"lıklar tek seçenek olmadığı gibi, asıl sıkıntı da orda değil...]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder