15 Haziran 2025 Pazar

post-otomasyonda ütopya

Diyorum ki yani, şimdi bu post-otomasyon rüyasına geçsek ve kendimizi emekli etsek, işte ondan sonra ister kenardaki bahçenle mi uğraşıyorsun, yok ama ister zamanını İnsansonracı temaların dünyayı nasıl kurtaracağını ortaya koymak için mi harcıyorsun, yok efendim Derrida'yı bir daha yazmak için bahane mi üretiyorsun, kadri bilinmemiş cinsel kimliğini doğrulamak için makaleler mi kurguluyorsun, yahut Yeni Materyalizmle Rönesans binalarını yeniden mi okuyorsun, artık ordan sonrası herkesin kendi bileceği iş olurdu.

Yani diyorum ki faydayı yayın baskısı, kadro şartı, kariyer planı dolayımıyla ya da hatta para aracılığıyla ölçmesek de, herkes vaktini merakını arzusunu işleme koysa nasıl olur? Kendi adıma eskisinden daha çok okuyup yazacağımdan şüphem yok, nasılsa şimdi de biri okuyor, bir işe yarıyor diye okuyup yazmıyorum. Ama iş olsun, maaş olsun, kariyer olsun diye yazanların, alanları belirli bir doğrudanlıkla çağırmadığı halde entelektüel edimlere girişenlerin epey seyreleceğinden de şüphem yok.

O eski otonomi düşü bakın faydayla nasıl birleşiyor, uzlaşıyor. Bir şey yaptığı iddia edildiği için değil, dolayısıyla bir şey yapıyor olduğumuz yolunda kendimizi kandırdığımız için değil, kendi adına bir fayda saydığımız, keyif aldığımız, değer verdiğimiz için uğraşsak nasıl olur? Neye dönüşür, kültürel alanlar?

Sonra düşünüyorum da, bana öyle geliyor ki birileri yine kültürü insanlararası bir kimlik kurmak, gruplarda mevki edinmek, toplulukların parçası olmak için kovalardı. İnsanın değer olarak gördüğü aslında bunlar sonuçta. Dolayısıyla bir "ilgi ekonomisi", sonra o ekonomide merkezi tutan odaklar yine oluşur, cool'luğu, ilginçliği, önemi onlar tariflemeye başlarlardı sanki. Kaçamazdık merkez-kenar dinamiklerinden. İmrenme yine kültürün motoruna dönüşür, birileri daha havalı bir jargonu daha güncel temalarla yoğurmayı becerirdi, çünkü hedef o zaten. İnsanlar çeşit çeşit ama ortalama yaygın olduğuna göre yine kitle kültürü ile avant-garde isyan arasında aynı gerilimler açığa çıkardı diyorum kendime. Yine birileri umutlardan söz açar, başka birileri karanlığın sıkkınlığını pazarlar, kimileri okurlarını biteviye rahatlatır, en akıllılar da yaşamları ve kimlikleri doğrular dururdu... Sonra bu değer ekonomisi mali ekonomiye de transfer olurdu muhakkak. Herşeyin tepetaklak olduğu bu ütopyada, tüm yalanları dolanları, yavanlıkları ve düzeniyle aynı kültür dünyasını kurardık gibi geliyor... Bu noktaya da tesadüfen gelmemiştik sonuçta.. Sadece.. daha seyrek, daha az insanla, belki eksilen insanları yapay zekayla ikame ederek...

Bugün aslında o ütopyayı yaşamakta olduğumuzu farkediyorum o zaman. Bundan daha iyisini kuramayacağımız, insanlık olarak kurup kurabildiğimiz en iyi dünyanın tüm sıkıntılarıyla şu yaşadığımız olmuş olabileceğini, buradan sonra hep bir inişe geçebileceğimizi, yaşadığımız evrenin mümkün en iyi evren olduğunu savunan Leibniz'in de, dünyanın çirkinlik, yavanlık ve adaletsizliklerini hatırlatarak onla tatlı tatlı dalga geçen Voltaire'in de aynı anda haklı olabileceğini yani...

Hiç yorum yok: