17 Mart 2012 Cumartesi

açık kaynak

bir takım endüstri standardı programlar dururken ve aslında öğrencisinden profesyoneline, çoğunluk, bu programları, platformları, donanımları ve uygulamaları tercih etmekteyken ve aslında kendim de tüm bu program ve platformları kullanmayı bildiğim ve zaman zaman kullandığım halde.. peki neden açık kaynaklı program ve projelere öncelik veriyorum? neden onları çalışmak ve öğretmek bana daha heyecanlı geliyor?

bence bu politik ve ahlaki bir konu. açık kaynak sistemi paylaşma ve tamamlayıcılık ahlakının* büyük ölçeklerde uygulanmış ve işlerliği kanıtlanmış hali. rekabetçi ve eşitlikçi bir ekonominin yerini alabilecek bir tamamlayıcılık ekonomisinin mümkün olduğunu gösteriyor. insanlar paylaşmayı ve yararlı olmayı seviyorlar. bunun için büyük zahmetlere girmekten kaçınmıyorlar. başka bir dünya mümkün. başka bir dünya mevcut.

* tamamlayıcılık etiği başlığı için bkz. murray bookchin, özgürlüğün ekolojisi

15 Mart 2012 Perşembe

haber

rudi protokolü buldurmuş. bana postalatmış. bugün dekan sekreterine gelmiş. kutusunu açtım. sayfalar karton bir kap içindeydi. iki adet kopya, bir türkçe, bir ingilizce. kopyalar fotokopiydi. fotokopi. renkli ama... !!!??? ... hayır belgeler fotokopiydi ve öbür üniversitenin rektörü protokolü imzalamamıştı (ünlem) (nokta)

etkilenmedim.
(doktoranın içeriğiyle ve diğer projeler ve çalışmalarla ve bütün diğer konularla ilgili yazmaya başlasam artık.)

13 Mart 2012 Salı

doktorayı kafamda bitirdim

hayal meyal hatırladığım bir ortak doktora yürütücülüğü protokolü eski zamanlarda başka bir ülkeye uçmuştu. öğrendim ki kendisi orada bir şekilde kendini imzalatmış. gerçi daha önce de bir bilgisayarda görüldüğü haberi gelmişti. bir bilgisayarda tespit edilmişti. ama yakalanamamıştı. şimdi öğrendim ki bana gönderilmesi gereken kopyalar kayıpmış. bunu bana rudi yazdı. rudi singapur'da. protokol hollanda'da. kopyaları hiç bir yerde. ben istanbul'dayım. allah da hiç bir yerde. doktorayı da koltuğunun altına sıkıştırmış. oturuyorlarmış birlikte. bari okusaydı diyorum taslağı. doktoramı hayku formatında kabul etmezlerse KYNIK formatında teslim edeceğim. çünkü onu kimseye kabul ettirmek gerekmiyor. yazıyorsun, sonra bir kuyuya atıyorsun. yazın yazdığımız ve sunduğumuz bildirileri buraya koyacağım. yeni girişmekte olduğumuz projelerden bahsedeceğim. yazmasaydı çıldıracak olan o insan benim, benim yazmaya ihtiyacım var.

12 Mart 2012 Pazartesi

mutedil belirsizlik

stüdyoya gideceğim. biraz sıkılıp biraz eğleneceğim.
stüdyodan geldim. biraz sıkıldım biraz eğlendim.

19 Aralık 2011 Pazartesi

ödül

çalkantılı, bol inişli çıkışlı zamanlar... sonra tuhaf bir biçimde sabırla beklediğim ödül töreninde ardı ardına bizim stüdyonun öğrencileri ödül almaya çıktılar. geçen yılki öğrencilerimiz o stüdyoda yaptıkları işlerle toplam dört ödül aldılar. alkışlandılar. alkışladık. koltuklarımız kabardı. herşey o kadar boşa değil. belki de yeniden güven duymaya başlamam lazım.. bir takım şeylere..

28 Kasım 2011 Pazartesi

sonuç olarak: ilginç bir tecrübeler yığınıydı. ama tavsiye etmiyorum.


bir seri haber var, özetle: (1) doktoramın taslağını yazdım. (2) güzel oldu. (3) hocalarıma yolladım, cevap beklemeye başladım. (4) bir hafta içinde omuz ve sırt ağrılarım geçti. (5) o ara bildiriler sunuldu, yeni bildiriler toparlandı, makaleler için kafalar toplanmaya başlandı, bekleyen projelere girişildi, stüdyo bir şekilde yürüdü vd. (6) sanki bir haznede yavaş yavaş biriken bir cismin tamamını tüketmişim gibi hissediyorum, hiç gücüm yok, yavaş yavaş gücüm yerine gelecek ve belki sürüklenmekten öte bir şeyler yapmaya yeniden başlayabileceğim diye umuyorum.

geriye dönüp bakıyorum, tabii daha bitmiş değil, daha yapılması gereken çok şey var, bir seri eşik daha var, sorunlar çıkacaktır. ama, geriye dönüp bakıyorum, bu doktora sürecinde yapmam gereken her şeyi gayet güzel yapmışım gibi duruyor. giriştiğim işlerin hepsini bir yere ulaştırmışım, hepsi olmuş gibi görünüyor. hatta.. işin başındaki beklentilerimi epiy aşan bir seviyede... [başarı! :)]

yayınlar, projeler, metnin kendisi gibi somut ürünler bir yana, hesaplamalı mimarlık konuları gibi daha önce hiç bilmediğim bir alana geçiş yaptım ve iyi kötü bu alanın temel meselelerini anlamaya başladım. programlama öğrendim ve yeni bir araç setine kendimi açtım... bir de.. doktora seni şurdan alıp başka bir noktaya kadar taşıyan bir süreç. artık niye doktor ünvanını aldıktan sonra akademisyenden sayılıyor insan, onu biliyorum. mesele basitçe bir konuda uzmanlaşmaktan ibaret değil. hatta belki de uzmanlaşma meselesi değil. doktora süreci insanı çalıştığı alanın akademik ortamıyla ilgili eğitiyor; o alandaki araştırma, eğitim ve yayın tavırları ve de akademik ortamla ilgili iyi bir giriş yapıyorsun.. insan akademik oluyor.

burdan bakınca, 'peki' diyorum, 'madem her şey yolundaymış ve oluyor gidiyormuş, ben niye kendimi sıkıntıda ve düşüşlerde hissetmekteymişim?'

bir takım cevaplarım var bu sorulara.. bi kere, ben daha önce hiç zora gelmemişim. her şeyi çok kolay yapmaya ya da kolayca altından kalkacağım işlere girişmeye alışmışım. başaramamak gibi bir tecrübem olmamış. uzun soluklu zor bir süreçte yılmadan çalışıp bir hedefe erişmek gibi bir tecrübem de olmamış. bu tecrübe beni sarstı. başarısızlık tecrübesi. başarısızlıklara rağmen o konuda çalışmaya devam etmen gerekiyor, 'tamam bunu beceremiyorum' ya da 'bu kadar oldu' deyip bir kenara kaçamıyorsun. devam ediyorsun. sonra oluyor. iyi oluyor. bir şeyler öğreniyorsun. daha iyisini yapıyorsun. iyi bir şeyler yapmak için yolda düşüp kalkmayı göze alman gerekiyor. hayır bunu zaten bildiğimi sanıyordum. ama 3-4 aylık süreçlerde bu tecrübe farklı yaşanıyor.. 5-6 yıllık bir süreçte meselenin rengi değişiyor.

bir de.. kendini diğer insanların değerlendirmelerine açmak.. o da zor bir deneyim.. sürekli değerlendiriliyorsun. sürekli bir takım mevkilerde bulunan bir takım insanlardan bir şeyler talep ediyorsun, sürekli başvurudasın, ricacısın, sürekli değerlendirme altındasın... hem araştırmacı hem de araştırmacı-dışı şahsiyetini ve de beklentilerini sürekli başkalarının değerlendirmelerine açmışsın... diğer insanların değerlendirmelerine açıldığında.. onlar da yaptığın işleri ya da ortaya koyduğun önerileri beğeniyorlar ya da beğenmiyorlar. kendi koyduğun eşiklerle mücadele etmek daha kolay ama başarı çıtanı da bir takım başka insanlar belirliyorsa...





18 Ekim 2011 Salı

bir süre

doktorama ciddi biçimde eğilmeye başlamıştım. bu çok yönlü bir süreçti. araştırmacı şahsiyetim şişmeye başlamıştı. stüdyoda inisiyatif alıyordum bu da yığınla soru üretiyordu. okuldaki varlığım hayatımın geri kalanını işgal edip öne çıkmaya başlamıştı. gençlik bitmişti. çalışan bir insan olmuştum. çok çalışıp güzel bir doktora yapacaktım. böyle bir şeyler... sonra bu blogu tutmaya başladım.

belki artık ayrı bir araştırmacı şahsiyet de anlamlı değil... yani böyle ayrımların falan da pek heyecanı anlamı kalmadı. onur da nizam oldu zaten. iyi oldu. memur olmak, düzenli iş, öğrenciden hoca tarafına geçmek, velhasıl hayatımda bir dönem anlamlı ve belki zorlu olmuş olan geçişler de anlamını yitirdi.. öyle işte, artık bir fevkaladeliği yok... araştırmacı olma fikri de pek beni heyecanlandırmıyor artık. iyi tabii, yapmak lazım.. biraz ondan biraz bundan... biraz tasarım biraz araştırma biraz eğitim.. hiçbiri de pek öyle fevkalade anlamlar edinmeden.. o da bir denge bulacak belki.. sanki öyle fevkaladelikler ortadan kalksa ben de daha iyi olacağım...

stüdyoda doktorada ya da tasarımda işlerin neden başka türlü değil de böyle olmakta olduğunu açıklamaya gelince herkesi susturup konuşmaya geçebiliyorum. söylediklerim bana geçerli de geliyor. açıklamalar anlamlı geliyor. nasıl olup başka türlü olacağına ilişkin de öngörülerim var ama hepsi de bizi aşıyor gerekli eylemlerin.. artık daha ziyade...

tamam tüm bunlar değerli tecrübelerdi.. biraz aptallık, biraz hırs, biraz arzu bunlar hep insanı değerli hatalara sürüklüyor. öğretici girişimlere.. sonra tabii sonuçta ortaya çok anlamlı bişey çıkmayabiliyor.. insan öğreniyor işte...



doktoram bitmemiş olmakla birlikte benim için ilgili düğümler çözüldü. sürecin acısını tatlısını, tabi daha çok acısını üzüntüsünü, epiyce buraya döktüm. aslında çok keyifli anlar da yaşamaktaydım... güzel fikirlerin birbirini tamamladığı, düğümlerin çözüldüğü, güzel haberlerin geldiği, yeni şeyler öğrenmeye kendimi kaptırdığım anlar... uğraştığım her konu bana ilginç geliyor sanki... her neyse.. buraya ürünlerimle, içerikle ilgili de yeterince materyal koymadım.. ama her şey bir ölçüde bulanık ve havada idi.. henüz bir yere varmış bulunmayan yığınla proje ve grafik var.. illa gerekirse onun için başka bir blogum var. kullanmadığım.. gerekirse oraya da koyabilirim en sonunda olup bitmiş olanları.. belki yeni projeleri de...
bu tip kararlara pek güvenmiyorum. sonuçta insan... yani anlık biraz... sonra gün gelir... orda dersin.. orası iyiydi.. daha yazılacaklar var... bir süre ama...

17 Ekim 2011 Pazartesi

okulu şey

bu böyle olmayacak. odaklanamıyorum. bir haftalık işi yapıp metnimi bitiremiyorum. uzuyor. bir çare bulmam lazım. okulu... okulu şey.. dilim varmıyor ama.. metni de bitirmem lazım. okul da bir yere gitmiyor zaten.. her zamanki..

12 Ekim 2011 Çarşamba

aşması

elle tutulabilir, dokunulabilir ve sürtünülebilir dosyaları raflardan kutulara veya koridorlara aktarırken elle tutulamayan, dokunulamayan ve sürtünülemeyen dosyaları da harddisklerden flaş belleklere ve ordan da başka harddisklere aktarmaktaydım. neyin nerde olduğu belli değil. hangi kopyanın en yenisi olduğu, nerdeki hangi klasörün en güncel durumu barındırdığı belli değil. arşivim bir seri çatala ayrılmış, sonra bu çatallar farklı noktalarda yeniden melezleniyor, ana klasörün içindeki bu klasörü şurdaki şu klasörden aktarıyorum ama öbür klasörü şu tarihte yedeklenmiş bu klasörden aktarmışım, her yerde herşey var mı, birbiriyle uyumlu mu, tüm bu versiyonların hepsi günün birinde birden lazım olacak olan o dosyayı içeriyor mu...

tek bir bilgisayarla ve yedeklemek için de dvd'ler ile çalışırken enformasyon hala kontrol altında tutulabiliyordu. organize edilebiliyordu. ben de inançla her şeyi kontrol altında tutuyordum. bir düzenim vardı.

şimdi çeşit çeşit bilgisayar, depolama aygıtı ve internet ortamında paralel biçimde çalıştığımız ve afallatıcı boyutta bir enformasyon akıntısının kenarında tutunmaya uğraştığımız bu günlerde, işleri kontrol altında tutmaya adanmış o gülünç düzen arşivimde sürekli karşıma çıkıyor. ama gelip geçen enformasyon miktar olarak bir kritik eşiği geçtikten sonra organize edilmeye dirençli hale geliyor. orda ucunu bırakıyoruz. ucunu bıraktığımız an.

8 Ekim 2011 Cumartesi

hasar tespit

yokolan dosyalar, fotoğraflar ve belgeler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. yani ortaya çıkmayacakları ortaya çıkıyor... günümün önemli bir kısmını mühim belgeleri 4 ayrı cihaza kopyalamakla geçirdim. şimdi de en önemli ve güncel olanları dropbox'a atıyorum. yaraları sarıyoruz. deadline 10 ekim imiş. çalışıyoruz. iki küçük projem daha var. haftasonumu bunlara ayırdım. ve tabii çiçekleri sulamak, çamaşırları yıkayıp sermek, haftalık yoğurt yapımı, sportif faaliyetler... üretmek insanı kurtarıyor. sonra tez falan...

7 Ekim 2011 Cuma

çalışamıyoruz

kafamızı elimize yaslamış duruyoruz, neden böyle oldu? bir suçlu aramaya başlayayım artık, kendimden başka... harddisk'im kurtarılamayacak şekilde harab olmuş gibi. ama niye? aslında güzel güzel oturup bir infografik yapacaktım. pek keyifli olacaktı bu. oldu mu bu peki şimdi? aslında ilgili klasörü kurtarmaya çalıştığım süre zarfında kaybolan çalışmaları yeniden yapıp işi yetiştirebilirdim. ama bilgisayarı da kurtarmam lazım. n'apsam? hiç bu ölçüde kambur durmamıştım. aslında ne kadar önemsiz. neden böyle? ıvır zıvır işlere dertlenmeyi bırakıp iyi yanlarına odaklanmam lazım iyi şeylere. iyi şeyler. omzum ağrıyor. kafamı hafif sağa doğru döndürüp düzeltmem lazım. her şeyde bir bulanıklık var. bir zaman, bir şey, şeyolmuştu, şeydi.. işte neyse neydi. bana "hiç bir şeyi hatırlamıyorsun" diyen arkadaşlarım var. hatırlamak bir çaba gerektiriyor. önce hafızaya kaydetmek ve sonra onu hafızadan geri çağırmak için... biraz enerjin olması lazım. ilk başta biraz tetikte olmak sonra bir enerji harcamak lazım.. olmadı ama. bişeyler. kendimi aylarca önce bir haftamı yiyen monitör sorunuyla yeniden başbaşa buluyorum. ve meseleyi nasıl çözdüğümü hatırlamıyorum. aslında işler iyi gidiyordu. yayın ise eğer, bi kaç ay içinde 4 bildiri bir öz ürettik, yenileri de yolda. tez ise, yazıyorum işte, iyi kötü oluyor. iş ise, yapıyoruz işte, gayet güzel oluyor gidiyor. tasarım ise, onu da bırakmadık tutuyoruz ucundan. hayaller ve planlar ise, onlar da var, eksiğimiz yok. hayattan beklentiler ise, onlar da var, bitmiş değil. neden böyle oldu? işler iyi gidiyor. ama işler iyi değil. ne oldu bir anlasam. araştırmacının cevapları yok. bünyenin var. biliyorum ne olup ne bittiğini aslında. nasıl olduğunu da biliyorum. orası hiç bulanık değil. ama araştırmacı isyanda. işine bakmak istemek. bakamamak edememek. neyse, el yordamıyla harddisk'i kurtarmak. bilgisayarı formatlamak... belki öyle ya da böyle çözeceğimi bildiğim için ıvır zıvır meselelerle bu kadar dertleniyorumdur. kolay rakip çünkü. çözemeyebileceğin konularla boğuşurken o kadar cevval olamıyorsun..yüzüne korku ve yılgınlık yerleşiyor. herneyse sonuçta xorg.conf siliniyor ve panning hanesi de boşaltılıp düğmesine basılıyor. ben yatayım.


5 Ekim 2011 Çarşamba

çalışıyoruz

bir düşüş bir bölüm, bir yıkıntı bir bölüm, bir çöküş bir bölüm...

[tam tempomu rayına oturtuyorum ve epiy iş çıkarıyorum, sonra sabah kalkıyorum ve desktop'um açılmıyor. bir sabah kalkıyorsun ki yok... neyse ki gece yatmadan son çalıştığım dosyayı internete yedeklemişim..
tamam canım sıkıldı tabii şimdi bu meseleyi çözmek lazım nası yapacağımı da bilmiyorum.. neyse 3 bilgisayarım daha var (bkz. çılgınca donanıyorum). nazik bir downgrading ile bilgisayarları çökerte çökerte epiy dayanabilirim. bugün bunu üstümden atabilirsem bir bölümüm daha olacak. ama ı-ıh atamayacağım gibi.]

2 Ekim 2011 Pazar

çalışmıyoruz

sıkıldık biraz.

30 Eylül 2011 Cuma

düşünmüyoruz.


yani uğraştığımız şu işler: mimarlık, mimarlığın eğitimi, mimarlığın araştırılması, yayını falan... bunlar gerilmeye, koşturmaya, dertlenmeye değecek işler mi? birbirimizi yormaya üzmeye değecek bir sonucu oldu mu, olacak mı? hani bu kadar uğraşıp bir adet küçük de olsa bina falan inşa etmiş olsak, ya da yazdığımız bir bildirinin bilim dünyasına anlamlı bir katkı yaptığını gerçekten düşünüyor olsak...

yıllar önce, öğrenciyken, yürekli'ye sorduğum soruyu hatırladım: 'burda [okulda ve mimarlık eğitiminde] uğraşmaya değecek bir şeyler olduğunu mu düşünüyorsunuz?' o da biraz sertleşip 'düşünüyoruz ki burdayız' demişti.


biz de burdayız. ama uğraşmaya değecek bir şeyler olduğunu düşünmüyoruz. öyle düşündüğümüzden burda değiliz. burda olduğumuzdan öyleymiş gibi geliyor. aslında değmez tabii. yorduğumuza, üzdüğümüze, kırdığımıza falan... bu kadar ciddiyet, kan revan ve koşturmaca, çatık kaşlar, ayarlar, yükselen sesler, çakılan sözler, çekişmeler ve didişmeler. hangi ortamda ve hangi meslekte olsak aynıları olacak herhalde.. çünkü mimarlık eğitimi ne ki? bunun için tüm bunları yapmaktaysak...

27 Eylül 2011 Salı

bu da akademik mi

doktora artık ilgimi çekmiyor. doktorada çalıştığım konular artık heyecanlı değil. doktorayı bitirmek artık ilginç bir hedef değil. doktoradan, stüdyodan, kurumdan ve galiba araştırmacıdan değilse de kendimden de çok sıkıldım. (araştırmacı bir süre başka konular çalışsa ve beni eğlendirse olmaz mı?)

herhalde anlık, geçici bir düşüş olsa gerek... ya da belki değil.. belki bu kadar uzamaması lazım bazı şeylerin.. belki herşeyin bir heyecan ömrü var. bitirip bir sonrakine geçmek gerekiyor? hayatta herşeyi zamanında virgüllemek, sonra yeni şeyler yapmak.. tempoyu kaybetmemek... zamanında yapmak, sonra yoluna gitmeyi bilmek... polisten sonra çiçekçi çiçekçiden sonra manav manavdan sonra astronot astronottan sonra dalgıç dalgıçtan sonra ev hanımı ev hanımından sonra doktor doktordan sonra mimar mimardan sonra bekçi bekçiden sonra araşgör araşgörden sonra başka..

doktoranın altından kalkabildiğini nihayet görmek ama bu noktaya getirmeyi becerdiğin tezin çok anlamlı olmadığını da bilmek... ya da dünyanın en önemli işiymiş gibilerinden adandığın meşakkatli eğitim faaliyetinin kimseye, öğrencilere dahi pek önemli görünmediğini bilmek. 'geçerli' bir mimarlık yapmaya kastedip, aylarca geceli gündüzlü çalışıp anca herkese entipüften gelen projeler üretebilmek.. zamanla unutacağın o kitapları okumak için ve kimsenin okumayacağı ciltler dolusu tuhaf metni yazmak için tüm zihinsel mesaini bir hayat seferber etmiş olmak. elindeki her işe samimiyetle, bazen de adanarak çalışmış ve hiç boş durmamış olmak, ama bunların hayatta pek bir karşılığını bulamamak? son derece üretken ve fena halde verimsiz. yorgunluk.

'kenardaki-nihilist' dönemlerimde hayatım daha anlamlıydı... karşılığı olmayan üretkenlik o zaman keyifliydi. o çerçeve içinde anlamıydı. gerçekten. ne zaman büyümeye çalıştım, insanlar arasında taş üstüne taş koymaya çalıştım herşey iyice saçmalaştı. teneke trampetteki oskar gibi ben de anca kambur bir cüce olabildim. herkes kendine uygun hayatı yaşamalıydı belki. bazıları trampet çalmaya ve cam kırmaya devam etmeliydi? ya da belki de yapacak bişey yoktu, o zaman trampeti bitirip doktora öğrencisi olmak gerekmişti...

22 Eylül 2011 Perşembe

sezon

okul açıldı. yaz bitti. hava b nokta k gibi. sanki. ne kadar da şey. üzerimi giyindim içerlerde oturuyorum. rokalar büyümeyi kesti. marul parti parti tohum veriyor. arka terasta yeni süleymancıklar dolanıyor. iyi. bi tanesi kapının arasına sıkışıp ölmüştü...

kötü.

bi kaç gündür son bi yılda yığılmış kaynakları kitapları falan derledim toparladım. metnin kalanına dönüş için kötü bir ruh hali. ama metnin kalanına döneceğim. kış bu kadar ani gelmeseydi daha iyi olacaktı. çünkü son bir bahar oluyor. çiçekler yeniden açmıştı falan. sonra hava bir bozuyor. neyse ben işlerden bahsedeceğim. stüdyo falan. projelerime girişeceğim. tezimin de sonuçları ortaya çıkıyor ufaktan. mevzuları bağlayacağım. bikaç bildiri falan yazılacak. yazışmalar aynı tuhaflıkta sürecek. ufaktan makale yazma denemeleri başlayacak, onda da düşülüp kalkılacak bir süre. yeni bir sezon.

16 Eylül 2011 Cuma

piyuh. yük kalktı.

34,810.
kelime.
başlıklarla beraber.
ilk bölümümün ilk taslağının taslağı.

bu sadece giriş ve birinci bölüm. asıl kuramsal (ve biraz da spekülatif) kısım buydu. asıl iş buydu yani. bir takım fazlalıkları attıktan sonra metnin imajsız ve referanssız hali tez sayfasıyla 91 sayfa oldu. tabi düzgün bir metin haline gelmesi için üzerinden bir kaç kere daha geçmek gerekiyor. pek çok noktayı daha sonra düzeltmek üzere işaretleyip geçtim. bir sürü yerde hala türkçe kelimeler duruyor. ve düşünce çizgisinde eksikler ve sorunlar var.

beş bölüm daha yazılacak. ama onlar kısa olacak. mümkünse.
bundan sonrakiler daha teknik içerikli bölümler olacak, bu yazmayı kolaylaştırıyor. ve oralarla ilgili halihazırda epey yazdım zaten.

bu işin altından kalkıyorum. ortada artık üzerinde tartışılacak bir şeyler var. bir ay içinde taslağı bitirip eksik ve sorunlu projelerime dönmek istiyorum.

hafifim. şimdi çıkıp yürüyeyim. gece havası.

14 Eylül 2011 Çarşamba

dalya

şaka maka tez sayfasıyla 100 sayfayı geçmişim. farketmemiştim. bugün, ya da yarın, ya da yakında ilk ve en uzun bölümü bitiriyorum sanki. bitirme ihtimalim var.

13 Eylül 2011 Salı

hay bin verimsizlik

çok sıkıldım. yapmıycam tez falan.

8 Eylül 2011 Perşembe

büyük tez kafalarının yükselişi kopuşu düşüşü ve kalkışı

bu bir başını vermeyen araştırmacı öyküsü.
herşeyi ite kaka götüreceksin ey doktora öğrencisi türk gençliği! zaman zaman dahili ve harici sorunların falan olacak. bazen çok fena köşeye sıkışmış gibi olacaksın. gerçekler hayal edilen başarılara asla yetişemeyecek. hatta ve hatta baştan ayağa başarısızlık çukurlarına falan gireceksin neye uğradığını şaşıracaksın. bu ahval ve şerait içinde içsen mi çalışsan mı bilemeyeceksin. hem içip hem çalışacaksın, gah yerineceksin gah dövüneceksin, sırtın yere geldikçe güreşe doymayıp yeniden saldıracaksın, işin tadı büsbütün kaçacak, izleyiciler tribünleri terkedecek, artık mücadelenin sonunu görmekten başka bir muradın kalmayacak. derken ufak ufak mevzuları anlamaya başlayacaksın. bir takım şeyleri daha iyi yapmaya başlayacaksın. bazı konularda mutlak başarı beklememek gerektiğini de göreceksin, yani suratta patlayan darbelerin işin parçası olduğunu, onun gibi şeyleri.. sonuçta iyi şeyler de olacak. işler toparlanacak. başarı hanen de dolmaya başlayacak. herşeyin bir şekilde ite kaka da olsa götürüldüğünü anlamaya başlayacaksın. ordan olmayacak burdan olacak bu böyle olacak şu şöyle olmayacak işte bir şekilde olup gidecek. sabır. ısrar. sebat. bu işin heyecanlı, sıkıntılı, tatmin edici ve boğucu yönleri var. hepsi var. kopan kafanı üfleyip bi kere daha yerine yerleştireceksin. biraz iğreti duracak tabi artık, dokunsan düşecek gibi.. ama artık o kadar çok düştü kalktı ki.. hafif gülümser gibi anlayışlı gibi yorgun gibi bir bakışla bakıp omuzlarını silktikten sonra metnin başına yeniden oturacaksın. işler iyi gidiyor. sorun yok. şu metni bir yazalım.