30 Haziran 2011 Perşembe

insan olmasam hayatım daha kolay olacaktı

araştırmacının pis su gideri tıkanmasa daha hoş olur. tıkandıysa kolayca açılsa şeyolur, güzel olur. alt komşuyu su basmayıp iki alt komşunun banyosu rezil olmasa.. bastıysa da bu meseleler hemen çözülse.. bedensiz araştırmacılar, gidersiz banyolar, teslimsiz doktoralar olsa. iyi olur.

peki. bugün çalışamadık. ama iyi şeyler de oldu. 3 adet iyi şey oldu. 2 adet kötü şey oldu. bir şerbet bardağının dibine bir miktar sıvı koyuyoruz. bu bir deney. içine iki buz atıyoruz. bizim bir şezlongumuz var. bizim kafamız fena. bizim içimiz sıkılıyor. insansız araştırmacılar olsa.

anlaştık gibi

şurdaki yazının devamıdır.
çünkü protokol metnimin 3 türkçe ve 3 ingilizce kopyası tesadüfen öğrendim ki enstitü müdürünün imzasını edinmiş ben de ordan geçiyordum uğrayayım dedimdi. metin ensitüten bana benden de mf bey izinde olduğu için m. hanıma verilip mf. bey'e de haber verilip, mf. bey de m. hanıma durumu izah edince birden m. hanımdan rektör beye gitmiş ve rektör bey imzalayıverince m. hanıma geri dönmüş. ordan da bana haber geldi. ben de m. hanımdan gidip protokolü alacağım, benden postaya postadan delft'e gidecek. ordan da efendim ordaki danışmanıma, programın yürütücüsüne ve oranın rektör adına imza yetkisi sahibi yöneticisine gidip imzalanınca buraya geri yollanacak. benden rektörlüğe gidecek. kopyaları da enstitü ve yök'e yollanmak suretiyle protokol yürürlüğe girecek. bu esnada protokolün de süresi dolmuş olacak. olsun. bu iyi bir gelişme.

25 Haziran 2011 Cumartesi

ejderha mı tırtıl mı? grotto mu mağara mı? deli mi foli mi?

stüdyoda öğrenme faaliyeti üretim üzerinden ve ancak üretim varsa gerçekleştiği için, tasarım da meşakkatli ama tatmin edici bir faaliyet olduğu için ve bir üretim sevgisi, üretmekle ilgili hazzın tadılması iyi tasarımcı olma yolunda elzem olduğu için, tabii ki stüdyoya getirilen, önerilen işlerin alev alev, kanatlı, rengarenk, hayalci, yeni, uzak, korkunç, fantastik, hatta vahşi imgeler sunması lazım.

üretecek olanın kendindeki en ilginç yönler üzerinden çalışmasına ve eğlenmesine fırsat tanımak lazım. mesele ingilzcesi türkçesi değil, mesele benim anladığım, senin anlamadığın değil, tutuk olan tutuk bırakır, sıkıcı olan sıkar. bu anlamda bazı eski sorularımı yanıtlıyorum: reklamcılıkla stüdyo arasındaki paralellikler, stüdyonun piyasa süreçlerinin peşine takılmasından daha çok, iki faaliyetin de bazı noktalarda şu hedeflere yönelmesinden kaynaklanıyor: heyecan yaratmak, hedeflediği insan grubunun ilgisini çekmek ve bu ilgiyi canlı tutmak. temel amaçlar ise farklı.

stüdyoda öğrencinin üretmeyi sevmesini sağlamak durumundayız. çünkü, ancak öyle kendini geliştirebilir, iyi bir tasarımcı olmaya, iyi tasarımlar yapmaya yönelebilir.

23 Haziran 2011 Perşembe

büyük outline'ların yaşamı ve ölümü

son bir kaç gündür bir parça konsantrasyon yakaladım. bir parça ama. tüm gün o anların gelmesini bekleyerek dolanıyorum. ve bazen 3 dakika taktiği uyarınca oturup bişeylere bakmaya başlayabiliyorum. bu sayede başından beri yaptıklarıma göz attım. projelerimi ve modellerimi hatırladım. raporlarımı okudum. iki adet çok başarılı doktora inceledim. oturdum outline'ımı düzenledim.

en başta, hayretle farkettim, ben ne kadar çok şey yapmışım... bir yandan çok bişey yapmışım gibi gelmiyor, ya da tek başına bir başarı olarak ortada duran tamamlanmış bir proje yok ama incelediğimde sunup tartışacak çok ürünüm var. ve dahası da gelecek. bir sürü dallanma olasılığı da var. doktoradan sonra ele almaya değer şeyler.

bunların bazılarını bir kenara ayırdım. çünkü hem yarımdılar, hem de kendi başına daha sonra üzerine gitmeye değer projeler olduklarını düşündüm. sonra geri kalanını literatür üzerinden tartışmayı düşündüğüm konularla birarada "ördüm".

bir yandan bu outline'da, önceki girişimlerimin aksine olarak, biraz tıkıştırma havası var. şu ana kadar, yaptıklarım arasından bir proje seçip sonra onla ilgili bütünlüklü bir outline çıkarmaya çalışmaktaydım. şimdi tüm yaptıklarımı ve zihnimdeki tartışmayı alıp bunu bir teze dönüştürme yoluna girdim. belki işin doğru yolu bu değil, ama benim çalışmam böyle gelişti. ve galiba böyle gelişmeliydi. ayrıca incelediğim iki tez de bu havadalar. ve sonuç gayet dolu dolu olmuş. iddiaları, tartışmaları ve uygulamaları arasında kolay takip edilebilir yüzde yüz bir karşılıklılık olan basit tezler değil bunlar. belki öyle olsa da iyi olurdu onu da bilmiyorum. ama bir yandan da o uzatılmış bir konferans bildirisi olurdu gibi geliyor. dergi makaleleri dahi öylesi bir basitlikten uzak oluyor genelde.

özetle, bir outline'ım var. yazmaya başlamak için yeterli. şimdi (yarın) tüm kitapları önüme açıyorum. ve yazma boğuşmaları başlıyor.

20 Haziran 2011 Pazartesi

cetvelle not vermek

ben de bir zamanlar bir çizelge üzerinden, "şuna şu kadar buna bu kadar puan versek, sonra süreçteki şu şu kadar etkili olsa, teslimleri tam yapmak düzgün yapmak şu kadar etkili olsa vb." gibilerinden bir not verme stratejisi denemiştim. bir takım gerekçelerim de vardı. yani daha tutarlı ve adil bir değerlendirme stratejimiz olabilir mi? (sevdiğimiz öğrenciye yüksek puan, anlamadığımız ya da tatsız karakterlere düşük puan verme durumlarının önünü alabilir miyiz?) okuldaki düşük motivasyon ve yüksek laçkalıkla nasıl başa çıkılır? yaptığımız işe biraz daha değer verir ve ciddi yaklaşırsak stüdyoda kaliteyi yükseltebilir miyiz? verilen emeklerin karşılığı daha iyi alınabilir mi?.. bu sorulara yanıt aramak.. daha önce bu tip çizelgeler deneyen bir stüdyoda öğrenci olmuştum. denemeye değer geldi. not kriterlerinin bir kısmını da öğrencilere açmıştım. öğretici bir deneyim oldu. bir seri sorun var, görüyorsun. ve kökensel sorunlar bunlar. hemen aklıma gelen bikaç tanesini yazayım:

en başta, çoğu sorunun kaynağı şu, sen tüm kriterlerini dışsallaştırmaya, belirtik kılmaya çalışmışsın, orda da kalmamış sayısal bir tablo üretmişsin, "şunun puanı şudur, bununki budur, şundan şu kadar kırarım, bunu bu kadar ödüllendiririm, şu kadar da bonus ayırırım" demişsin. böyle bir şey yaparken, "her öğrenciye bunu aynı şekilde uygularım, kimseyi kayırmam, tutarlı ve adil olurum" diye düşünmüşsün. ama her öğrenci, her stüdyo, her dönem, her iş farklı. hoca da farklı. ayrıca her öğrenci her iş ve her hoca da her seferinde farklı performans sergiliyor. bunların hepsinin farklı zamanlarda farklı biraraya gelişleri hep farklı sonuç veriyor. yani çılgıncasına farklı değil ama yeterince farklı. tek-biçimli bir değerlendirme sistemini geçersiz kılacak kadar yani. adil ve tutarlı olmaya çalışırken sonuçta kendini zorlama ve adaletsiz bir iş yaparken bulabiliyorsun. gerçeklikte karşına çıkan çeşit çeşit durumlara çizelgeler içinden karşılık bulamadığını fark ediyorsun. tüm kriterlerini belirtik kılamadığın da ortaya çıkıyor. kılmayı denediğinde birbirine entegre çalışmakta olan kriterlerinin, kriter topalaklarının bulunduğunu fark ediyorsun. bunları ayrı ayrı listeleyip "decompose" edemiyorsun. bir başlıkta birarada da yazamıyorsun çünkü her durumda bu toparlaşmalar farklı şekilde cereyan ediyor. (alexander'in ilk task-decomposition stratejisi de bu yüzden hem zor hem işlevsizdi..)

çizelgenle ilgili sorunlar çıktıkça bir iki istisnaya ad-hoc çözümler geliştirmeye çalışıyorsun, sonra bir bakıyorsun baştan aşağı istisnalarla karşı karşıyasın.. eğer "bu çizelgeyi biraz daha detaylandırırsam mesele çözülecek" dersen iş çılgınca bir detaylanmaya gitmeye aday (ve sonuç yine de ikna edici olmayabilir.)

mesela yıl içinde bir takım ara değerlendirmeler yapayım ve sonra bu notlar sabit kalsın, yılın sonunda unutulmasınlar diyorsun. ama öğrencinin (ve hocanın da) performansı inişli çıkışlı bir çizgi izliyor. diyelim ki bir öğrenci var, iyi işler çıkardı ama bir ara belirli bir eşikte iyi not alamadı.. eğer orda aldığı notu düzeltemiyorsa, bir çaresizlik üretmeye başlıyorsun.. oldu bitti. dönemin başında şunu çok kötü yapmıştın, şimdi ne yapsan orası düzelmiyor.. yıl içi değerlendirmeler yapılmalı, hatta not bile verilebilir, ama nihai değerlendirmede bunun kesin bir oranı, katsayısı falan olmamalı. olamıyor. değerlendirme orada durmalı, zamanı geldiğinde bakılmalı, hesaba katılmalı, ama baştan belirli bir katsayısı olmamalı..

bir teslim listelerine riayet meselesi var. yani bunun ne ölçüde değerlendirmeye katılacağı. bazı okullarda bir ortam var, onlar yapıyor. yani teslimleri eksiksiz falan alıyorlar herhalde.. bizde de başka bir ortam var, biz yapamıyoruz. yani tek başına öğrencinin sorumluluğu değil ve tek stüdyo da bunu kendi içinde çözemiyor. bu bir ortam meselesi.. dahası da var ama, yani ortam boşu boşuna böyle oluşmuyor, onun da sebepleri var. öğrencinin bazısı yavaş çalışıyor, bunun da çeşitli türleri var. bazısının sadece eli ağır, bazısı çok özenli, bazısı da düpedüz yetenekli. bunların bazıları aslında iyi iş çıkarıyorlar, kendilerini geliştiriyorlar, stüdyoya katklı yapıyorlar.. ama yetiştiremiyorlar. iki çizimi eksik diye düşük not alması işin doğasına aykırı onu görüyorsun. bu yavaşlık bazen iyi bir tasarımcı ruha işaret ediyor, ya da o tekrar tekrar denemeler, gecikmeler çok öğretici olabiliyor öğrenci için.. sonra bu kadar değerli bir deneyimi sonuçları çizelgene uymadı diye cezalandırıyorsun..

sonra her öğrencinin, her çalışmanın ve her ürünün hem kuvvetli hem zayıf yanları oluyor ve bu o işin bağlamına sıkı sıkıya bağlı oluyor. ve senin kriterlerinin bağlama göre dönüştürülmesi gerekiyor. ama o zaman da aradığın tutarlılıktan uzaklaşıyorsun. çünkü aynı işi o öğrenci için farklı bu öğrenci için farklı değerlendirdiğinde zaten yola çıkış amacından sapmış oluyorsun. sonuçta çizelgene, kriterlerine, kurallarına uyamadığın pek çok durum oluyor. bu da yapmaya çalıştığın şeyi anlamsızlaştırıyor. seneye şurasını burasını revize ederek daha iyi bir çizelge oluşturamayacağını da sana gösteren sorunlar oluyor bunlar bir çok zaman.. (zaten bu bağlamsallık ve "situatedness" sorunuyla başım[ız] belada.)

objektiflik sevilen bir tutum. sorumluluğu hafifletiyor. insana arkasını dayayacak bir destek sunuyor. ama mümkün olmadığı yerde de fena sırıtıyor. henüz stüdyoyla ilgili tüketici biçimde listelenmiş-haritalanmış kriterlerimiz, sayısallaştırılabilir değerlendirme yaklaşımlarımız yok. genelinde tasarımla ilgili zaten böyle yaklaşımlara sahip değiliz. yapay tasarımın önündeki temel engel de bu. şu anda bu sorunla uğraşıyorum. ve üretebildiğim yanıtlar karikatür mahiyetinde. ama bu bile değerli. araştırmada küçük adımlarla ilerlemek kaçınılmaz. zaman zaman, talihli anlarda, daha iri adımlar atanlar da görülüyor. ama genelde onlar da o konuya aslında mini adımlar atmak için girişmiş oluyorlar.

fakat, stüdyo pratikte iş yapılan bir yer. öğrencilerin kendilerini geliştirdiği, yürütücünün ise iş yaptığı bir yer. bu bir iş. sonuçları var. stüdyoda da kendi adına bir araştırma-öğrenme süreci yaşıyorsun. ama bu faaliyette dikkatli olman lazım. yaptığın işi sakatlama lüksün yok. çünkü başkalarına karşı sorumlusun orda. ve eğer yanındaki bir stüdyoda gayet sezgisel biçimde senden daha başarılı değerlendirmeler yapan birini görürsen yöntemini iki kere sorgulamak durumunda kalıyorsun. o zaman niye böyle zorlama denemelerle uğraşıldı? (paralel bir sorun ilk kuşak tasarım metotlarının sonunu getirmişti.)

yine de, aslında, stüdyo pratiği genelinde tasarım faaliyetine o kadar çok noktadan dokunuyor ki, stüdyoda bir takım değerlendirme yaklaşımlarının üretilmesi, genelinde tasarım araştırmalarına ciddi katkı yapabilirdi. bu sebeple, şu anda, en azından, değerlendirme kriterlerimizin dışsallaştırılması çabasını anlamlı görüyorum. bu konuda yüksek hedefler koymaya gerek yok. sadece neleri önemli gördüğümüzle ilgili notlar alarak başlayabiliriz. bir takım "memo"lar.. her dönem. her eşikte.. yani biz bu işi, geldiği gibi yapmaktayız ve bir ölçüde değerlendirme performansımızdan memnunuz. o zaman bizi incelemeye değer. ve buradan yola çıkarak belki genelinde tasarımın nasıl değerlendirildiğiyle ya da değerlendirme mekanizmalarının nasıl işlediğiyle ilgili sonuçlara doğru ilerleyebiliriz. (bu da tasarım araştırmalarının bugün geldiği konuma paralel bir sonuç.) zamanla bir seri anahtar kelimeye ulaşabiliriz. çeklistlerimiz oluşabilir.. sayısallaştırmaya gerek yok.. ama "şu husus vardı önemliydi dikkate aldık mı" diye bakabiliriz.. bazı durumlarda o hususa bakmayacağızdır, ama o durumlar hangileridir, onları da not almaya başlayabiliriz.. sonuçlar ilginç olabilir.

kendi çöplüğünde

kendi çöplüğünde herşey ne kolay halloluyor. ne yazacağını daha kolay buluyorsun. nasıl yazacağını daha hızlı çözüyorsun. kendi değerlendirmeni daha sağlıklı yapıyorsun. zaten eşikler de daha aşağıda. onu da daha kolay algılıyorsun. yani ne bekleneceğini, nasıl bişey yapacağını, işin hakkının ne olduğunu falan... rekabet de yoğun sayılmaz. yolluyorsun, "olmuş gel" diyorlar. sanki ne yaparsan oluyormuş gibi geliyor.. aslında tam da öyle değil. uzun yıllar o alanda dolanmış olmak ve ne yaptığını daha iyi bilmekle de alakası var. bilmediğin alanlarda üretmeye çalışmak daha zorlu bir süreç. zaman alıyor. inişli çıkışlı oluyor.

16 Haziran 2011 Perşembe

ikinci bir kayıt yayınla

peki şimdi de işin "parlak tarafına" bakalım.

21 asistan ("onlar")

(aşağıda listelediklerimi bizden daha kararlı biçimde gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmekte olan ve bize de örnek olmuş olan az sayıda hocayı saygıyla bir kenara önce ayırayım ve devam edeyim)

asistanlar (ve en yeni yard.doç.lar) arasında bir iletişim ortamı var. çok kuvvetli değil. ama bu hale gelmesi de zaman aldı. en azından nerde ne yapmakta olduğu belli olmayan hocaların aksine, biz okuldayız, stüdyolara katılıyoruz, stüdyoları yürütüyoruz, stüdyoların dışında işlere el atıyoruz, yayın talebine karşılık vermeye çalışıyoruz, konferans konferans geziyoruz, masa çekiyoruz, pafta asıyoruz. burdayız. çünkü yaptığımız işleri internet üzerinden ve/ya okulda sergilerle paylaşıyoruz. ve aramızda bir etkileşim var. bu bazen havada kalan, bi türlü gitmeyen bir kelime oluyor, illa ele almak durumunda kalıyorsun. bazen bir isim oluyor, araştırıyorsun, hayatının akışı değişiyor. bazen ötekilerin yaptığı bir işi incelemek oluyor. ya da dışarıdan izlemek oluyor. bazen birlikte çalışmak oluyor.

kurumun genelinde daha kuvvetli bir etkileşim ortamı olmasının nasıl işe yarayacağını insan yaşayarak görüyor. çünkü zayıf etkileşim bile çok verimli. ama önce, yani onun için önce, insanın yeni bir şeyler yapmaya çalışıyor olması lazım, bir şeyler kurmaya, denemeye çalışıyor olması lazım.. yoksa etkileşimin anlamı yok pek. ve şimdi, bu da belki sadece gençliğe özgü bişey midir? gençlikten midir? ondan mı böyle olmaktadır?

15 Haziran 2011 Çarşamba

not düşmanları

dönem sonu olduğu için kees dorst'un şu pasajı aklıma gelip duruyor, ben de aynen alıntılıyorum:

[understanding design p.89]
"Coaching design students is a subtle game of listening and criticising, encouraging and guiding, coming up with examples, fishing for ideas and delivering the occasional stern remark.
A good coach does all of this based on a real relationship of trust with the student. The student should feel that the tutor is actually working on his behalf, and the coach should feel that he is being taken seriously. The stronger this bond of trust, the better the project will go.
However, this bond of trust can feel incredibly awkward when it comes lo the final stage of the project, when the coach has to judge the quality of the design work. It is then that the friendly and encouraging mentor suddenly becomes an exacting representative of The School. Often this about-face is felt keenly by the student as a betrayal of the trust that they have built together. The coach is not happy either: he watches a rift ap­pear where once there was solidarity. After judgment has been passed both parties have a hangover, and go their separate ways. They avoid contact as much as possible, except for some vague gestures of greeting when they happen to see each other in the corridor.
This transformation from coach to judge is an unavoidable part of any design curriculum. Many good teachers are unhappy with this situation, and solve the problem by maintaining a mentoring tone during their as­sessment of the student. They are too nice - it is in the interest of the student to get a sharp and clear judgment, well supported but possibly quite harsh.
What I tend to do is let the student know a couple of weeks before the end of the project that we will be on opposite sides for a while. That the student will have to prove his/her quality to me from now on - a declaration of war, as it were. I always hope that by doing this explicitly it will be possible to re-establish the bond of trust later. Sometimes this works. But it is always difficult."

notlar verilip stüdyo bittikten sonraki yıllarda hocanın A alan öğrencilerle ilişkisi F alan öğrencilerle ilişkisinden belirgin biçimde daha iyi kalıyor. daha doğrusu, genelde, F alan öğrenciyle o hocanın hiç münasebeti kalmıyor :] yapacak bişey yok. F de veriyorsun. ne gerekiyor gibi geliyorsa veriyorsun. not veriyorsun. ve öğrenciler bu notları gerçekten umursuyorlar. en azından bizim okuldakiler. belki o yüzden bizim okuldalar.

.. portfolyo-klasör görüşmesini bu iş için kullanmak iyi fikir. dönem değerlendirmelerini ve notları karşılıklı konuşmak.. zaten periyodik portfolyo-klasör konuşmaları her halükarda iyi fikir.. ama benim aklımda... bu değerlendirme işini... yani önce not meselesini enine boyuna tartışmak.. tüm öğrencilerin katıldığı tartışmalarda... sonra yine öğrencilerin katıldığı gizli puanlamalar belki... ya da belki onun yöntemi de tartışmalarla belirlenir.. denemek lazım..

mimarlık korkusu

mimarlıktan çeşit çeşit korkmak var.

mesela biçimsel-bağlamsal korkular var. önem verilen bir mevkide bina tasarlarken yerin dibine doğru kaçmakla sonuçlanıyor. çünkü mimarlık oraya zarar verecek. ya da mimarlık oraya bişey katamayacak. ya da oraya uygun bir mimarlık üretemeyeceğiz. ya da "hele programın büyük kısmını yerin altına saklayalım da, konuyu nasıl kotarabileceğimizi daha iyi bildiğimiz bir probleme dönüştürelim".

başka tür bir mimarlık korkusu 70'lerden itibaren gündemde. "mimarlık kapitalist üretim ve paylaşım düzenlerinin bir uzantısıdır, dolayısıyla pek de iyi değildir" cümlesiyle karikatürize edilebilir. iyi tanıdığım bir korku. günümüz anti-otoriter muhalefetinin mimarlığı yok sayması da bununla ilişkili. bir tarafa archigram'ı koyun, ya da yeni babil'i.. ya da stalinist anıtsalcılığa bakın... çılgınca inşa etmek arzusu var. öbür tarafa bugünün işgal evlerini koyun, ya da christiania'yı. az müdahale ve az kaynak sarfıyla mevcut yapılaşmaları doğrudan-eylemin mekanlarına dönüştürme arayışı var. inşa etmekten çevreci ve muhalif hissiyatlar yüzünden geri çekilmek..

bir de mimarlıktan şöyle bir korkmak var: "bu iş mimarlığa dönüşmeye kalkarsa havasını kaybedecek".. korku haklı ve buna yönelik şöyle bir itiraz var:
-"evet bu tür işlerde üretilen imgeler iş binaya dönüştüğünde güçlerini yitirecekler. zaten asıl mesele bu dönüşüm anıyla boğuşmak.. dönüşümü ertelemek aslında kendini kandırmak oluyor.."

karşı itiraz şu:
-"tartışmasız biçimde mimarlık alanında dolanan bazı çalışmaların, arayışların, araştırmaların, düşünsel üretimlerin binalaşmaya çalışması basitçe saçma... mimarlığın -ve yeri geldiğinde diğer disiplinlerin de- araçlarını kullanarak mekan üzerine düşünme faaliyeti, bir bina tasarlama etkinliğinin ön çalışması gibi düşünülmek durumunda değil. tüm mekansal öyküler bir binanın kavram paftasına sıvanmak üzere üretilmiyorlar."

burada tartışma o eski inşa edilebilirlik tartışması değil artık. burada düşünmenin yolları ve karşılık gelen temsillerle ilgili bir tartışma var. superstudio ve archizoom hem mimarlık hem şehircilik hem de toplum üzerine kuvvetli eleştirel işler geliştirmemişler miydi? superstudio'nun 'sürekli anıt'ı iç mekanlarını konvansiyonlara uygun biçimde çizip çizmediği üzerinden tartışılır mı? archizoom'un 'sürekli kent'i ise büyük ölçüde birbirinden bağımsız iç mekanlardan ibaret. çünkü bir öyküde vurgulanacak öğeler vardır. vurgulanmayacak öğeler de vardır. bazı hususların belirsiz bırakılması icap etmiştir. öylesi gerekmiştir. edebi bir iştir bu. bir öyküdür.

öykücü mimarlıklar var. ama bunlar giriş-gelişme-sonucu olan, kompozisyon hocasının sevdiği öyküler değil. ve bazı mimarlık hocaları bu öykücülüğü kararlı biçimde baskı altında tutuyorlar.
[dönelim stüdyo hiyerarşisine. ve hocalarının hatalarına mahkum edilenlere.]

14 Haziran 2011 Salı

kaydı yayınla

14 prof.
6 doç.
15 yar doç.
6 öğr gör.

41 hoca eder.

kaç tanesinin yazılarını tartışıyoruz? ya da kaç tanesinin derslerini dışardan da olsa -kredisi lazım olmasa bile- takip etmek istiyoruz? ya da kaç tanesinin stüdyosu bize ilham veriyor? ya da kaç tanesinin tasarımları incelemeye değer geliyor?
2?
1?
3?
2?

hayır bütün bunların başarılabildiğini de her gün görüyoruz. bunlar yapılabilen şeyler. birileri yapıyor. benim bu okulda dolanmakta olduğum süre içinde dünyada binlerce ilginç yazı yayınlandı, binlerce ilham verici ders şanslı öğrenciler tarafından takip edildi, yüzlerce stüdyodan binlerce üst düzey tasarımcı yetişti ve binlerce nitelikli bina inşa edildi..

21 araş gör.
20'si burda.
ben de burdayım. demek ki o listeye ekleneceğim. yazıları kof, stüdyosu öylesine, dersleri anlamsız, tasarımları sıradan... ve ne okulda dolanmanın anlamı olacak, ne stüdyoların, ne tartışmanın, ne seminerlerin... olmamış olacak çünkü. önemsiz olacağım. herşey önemsiz olacak.

yani diyorum.. o zaman vaktini ayırıp da ukala asistanlarla daha neyi tartışıcaksın ki? neyin çekişmesine giriceksin yani? anlatabiliyor muyum, insanı motive eden, bir şekilde önemli bir iş yapmakta olduğuna ya da yapacak olduğuna inanmak... o inancı kaybedersen.. yapamadıysan, yapamayacaksan, önemli olan şeyleri mimarlığın, okulun ya da ikisinin de dışında kurmaya başlarsın. evin önemlidir, çocukların önemlidir, para kazanmak önemlidir, güncel politika önemlidir...

proje seminerleri: bir takım şeyler artık iyiden iyiye şey mi..

gördüğüm en düşük katılımlı "mimari tasarım proje seminerleri" bugün gerçekleşmiştir. bu yazıda seminerlerin hali tavrıyla ilgili yüzeysel bir takım düşünceler gevelenecektir. düşünceler yazarın sıcaktan bunalmış ruh halinin cümlelere dökülmesi üzerinden ortaya konacaktır. püf. abstrakt formatı komik bile değil.

hocaların bir kısmı dalga geçer gibi kendi sınıflarına sıra geldiğinde uğrayıp gittiler. sonra aslında yakınlarda oldukları ama şurda burda öylesine vakit geçirmeyi seminerleri takip etmeye yeğledikleri görüldü. başka bazı hocalar hiç gelmediler zaten. biz asistanlar niyeyse büyük ölçüde ordaydık. bizim aramızda anlamlı tartışmalar geçti sanıyorum. bir kısmımız birinci sınıf uzmanına dönüşeyazdığımızdan konuşacak konularımız oluyor. "siz onu nası yaptınız, şunu yapmadınız mı, burası böyle şurası şöyle..."

sonra bitirme projeleri arasından saklanması icap edenleri aşağıya taşıdım.
sonra birinci sınıf projelerinden saklanması icap edenleri de odaya taşıdık.
kütüphane ve fotokopi kapanmıştı.
bir ara yapılması gereken ne çok işim var diye düşündüm ama işleri hatırlayamadım.
çünkü çatılar sıcaktı.
tartışmalar aynı insanlar arasında dönüyordu.
tartışmak tehlikeliydi.
tartışmak tehlikeli evet.
görüş bildirmek.
eleştirmek bir yana, görüş bildirmek bile tehlikeli.
kim ne zaman söylenen hangi sözden alınacak.. insan onu hesap etmek zorunda.
kelimeler müthiş bir dikkatle seçiliyor.
bazı insanlar arkalarından kıyasıya eleştiriliyor.
fırsat yakalandığında onlarla dalga geçiliyor.
"hepimiz ittifak halindeyiz ve bunlarla dalga geçiyoruz" havası yakalanır yakalanmaz bir akademik araya müstehzi bir espri sıkıştırıyor.
sıkıştırmasınlar artık.
sözleri varsa formüle etmenin yolunu bulsunlar.
ya da kolay hedeflerle dalga geçip duracaklarına enerjilerini...
öf. ne yaparlarsa yapsınlar.

bu dönem artık bitmiş olsun

gelelim geçen haftanın başlanan ama bitirilmeyen entry'lerine..

1 numara:
[daha bu akşam yazıldı ama yayınlanmadı :]

başlık: bu dönem artık bitmiş olsun.

"kesin bitmemiştir.
bitmiştir bitmiştir.
yok bişeyler daha vardır kesin."

[saat yedi dolaylarında sevgi'yle avluda oturmuş aynen bu kelimeleri ağızlarımızdan dökmekteydik. okul yaz okulu öncesi terkedilmişliğinde. bizim dönemimiz aslında bitmedi. güze kadar sarkacak bir sürü işimiz var.]

2 numara:

başlık: yarak kürek

"portfolyo teslim almak. klasör biriktirmek. not vermek. not verilmesine şahit olmak. bu jüri için masa çekmek, proje atmak, kapı kilitlemek (şerefli olmak). çesan ve pano bulup taşımak. jüri kenarına oturmak. stüdyo için masa çekmek, proje taşımak, maket korumak, masaları geri çekmek, iki adedini geri çekmemek, beli ağrımak. pafta maket cd ve bulabildiğin herşeyi mühürlemeye çalışmak. mühürlenmezse yine mühürlemeye çalışmak. bilgilendirici e-posta göndermek. jüri için dokuz sandalye dizmek. diğer bilgilendirici e-postayı göndermek. komisyon mesajlaşmaları takip etmek. sisteme bilgi girmek. sisteme not girmek. dizilen sandalyelere öğrencilerle oturup notların nasıl verildiği üzerine ahkam kesmek. sisteme başka not girmek. proje değerlendirmek. notunu beğenmeyen ya da hayal kırıklığına uğrayan öğrencilerle yüzleşmek. klasör dağıtmak. portfolyo karıştırmak. pafta asmak. sıra kurası çekmek. seminer seminer gezmek. pafta indirmek. mühürü ordan oraya götürüp duranlara kızmak. sergi düzenlemek. not yükseltmek. gidip mühürü kapıp gelmek. erken gelip gülcan'ın dataşovunu almak. alıkonması gereken projeleri güvenli yerlere taşımak. birilerini bişeyleri bi durumları bi parça enformasyonu bi uygun zamanı bi teslim tarihini beklemek. kısaca: yarak kürek. okulda son hafta etkinlikleri... bitse de eve gitsek artık."

[şimdi bunları sırtımı mehtaplı gece altında şezlonguma dayamışken düzeltiyorum. bitti. eve geldim. oh be. bir bardak şarap koydum. günün sırt ağrısı neredeyse geçmek üzere. neredeyse keyfim yerine gelecek.]

11 Haziran 2011 Cumartesi

bunu yaz

3-4 aylık bir aranın ardından tez hocamla oturup outline'larıma baktık. 15-20 dakikalık bir konuşmanın ardından "bunu yaz" dedi. net bir şekilde dedi. parmağını güçlü biçimde o alternatife doğru salladı. ben onu yazıyorum. oh. sanki yazmaya başlıyorum. şu aşamada önemli olan daha da uzatmadan yazmaya geçmek. ama dur. önce şu outline'ı biraz...

önemli olan anlaşmak

türk tarafı anlaşmayı nihayet onaylayabildi. yoksa sadece yök mü onayladı? bu iş uzun sürdü. 3-4 aydır hollandadan bana benden uluslararası ofislere ordan yöklere yöklerden ofislere ordan yine bana benden ofise ordan yine yöke yökten ofise ofisten enstitüye enstitüden ofise ofisten rektöre rektörden ofise gitmeyi başaran bu metni ofisten alıp eksik imzaları tamamlayacakmışım. eğer daha türk tarafının imzalarında eksikler var ise tekrar rektöre ofise enstitüye gitmesi gerekebilirse de belki de sadece bana benden hollandaya hollandadan yine bana benden ofise gitmesi yeterli olacaktır. bu arada hollanda yaz tatiline giriyor. neyse canım. bir yılda bu aşamaya geldik. seneye de tamamlarız.

edit: uluslararası ofisten bana, benden hocama, hocamdan bana, benden enstitüye gitti. şimdi enstitünün müdürü inceleyecek. ve en kritik nokta bu. bir yıldır belki ben de bu noktaya gelmemek için biraz ağırdan aldım. belki yök de bu noktaya gelmesin diye ağırdan almıştır. onaylamayabilirler. bu işe karşı çıkma ihtimali olan tek kurum enstitü. çünkü resmi doktora sürecim bitiyor aslında.

10 Haziran 2011 Cuma

okulumuz adına hayırlara vesile olmuştur umarım

okulumuzun bitirme projeleri arasından ilk üç seçtik. her zamanki gibi sessiz sedasız acele acele fazla da uzun uzadıya kurcalamadan her zamanki gibi projeler seçilip duruyordu her zamanki gibi. iyi projelerdi evet iyi projeler. kuvvetli mimarlıklar. sonra alçak ama ısrarlı bir ses (hakan) "bahar'a da bir baksaydık" deyip duruyormuş. ikinci bir destek olduğunu farkedince, kabullenmişliği bir yana bırakıp ben de sesimi çıkartayım dedim. "benim adayım bahar'ın projesi (nokta)" sonra birden 5 kişi olduk oylamada. ne kadar ilginç. proje aday bile değildi. sonra o proje üçüncü oldu. buna sevindim. ne kadar kolay bir yandan da. o olmuyor da bu oluyor. olabiliyor yani. bina=mimarlık, mimarlık=bina demeyen bir tutum takınmış olduk. okul olarak hem de. iyi oldu.

8 Haziran 2011 Çarşamba

ağlarsa hocam ağlar

bitirme notları verildi.
bazı projeler bina olmak istemiyor. ama bazı bina olmak istemeyen projeler sonuçta binaya döndükleri için ödüllendiriliyor, bazı bina olmak istemeyen projeler ise gitmeleri gereken yolda devam ettikleri için cezalandırılıyor. bazı hocalar mimari projeyi bina ile eşitliyor. [bu arada peter rowe'un kitabı bir pasajda pevsner'in bisiklet barınağına bina dediği, katedrale mimarlık dediği polemiği ele almış, doğru öyle bir tartışma vardı. burdaki başka bir tartışma. başka polemik.] neyseki herkes eşitlemiyor. bina tasarlamak çok zor biliyorum. öğrenmek iyi olur, mimarlık yapacaksan. ama zaten bir ömür bunu öğrenerek geçiyor. ve o kadar belli değil ileride hangi becerilerin ya da yaklaşımların iyi bina yapmana yardım edeceği. bazı projeler bina olmasalar daha iyi olabilir. ve bunun cezalandırılmak yerine bir anlama çabasıyla değerlendirilmesi lazım. gerçi... gerçi mimarlıkla binanın eşitlenmesini sorgulayan fikirler hiç yeni değil. demek ki bazı hocalar oturup bu böyle böyle olunca daha iyi diye karar vermişler. öykücü projeler bazı jürileri dumura uğratıyor. bu iyi. ama sonuç üzücü.

görmeyeli itü'nün değerlendirme çıtası yükselmiş. eskiden bb alacak bir sürü proje şimdi cc'yi zor alıyor. ya da bu jüride öyle. ama jürimiz genelinde binalaşmayı önemli buldu. binalaşabilmek. uzun süre birinci sınıf stüdyosunda kalınca insana uzak geliyor binalaşmaya verilen bu önem... belki de haklılar? sonuçta mimarlık okulu? mimarlık = bina?? öyle mi?

binada ise esas olarak yerleşim ve kütle kararları? ve binanın "hava"sı? öğrencinin havası? öğrencinin tanıdıklığı?...

çok açık bir olgu daha var: herkes tanıdığı sevdiği öğrencinin notu yükselsin istiyor. herkes irili ufaklı destekler atıyor tanıdığı öğrenciye. bazıları biraz fazla irili detekler atınca haksızlık oluyor. çünkü kimse o şiddette tartışmak istemiyor bu ortamlarda. şiddeti artıranın dediği olabiliyor bazen.

5 Haziran 2011 Pazar

sonuçta her sayfası farklı bir outline'dan ibaret bir tez yazacağım

geçen gece evrimsel algoritmalar ve rutin-olmayan-tasarım'da kullanımlarına daralan bir outline yapmıştım. sonra şöyle bir göz attığım bir kitaptaki araştırmanın-tezi-nasıl-yazılır konulu bölümün verdiği esinle yeni bir bölümleme şeması denerken geçtiğimiz yaz sonunda kendi haline bıraktığım izleği takip eden ikinci bir outline daha oluşturdum. çünkü o da ilginç bir öneriydi ve delft onu tutmuştu.

sonra aynı şemaya geçen haftaya kadar üzerinde çalışmakta olduğum outline'ı da oturttum. şimdi üç adet rakip outline'ım var. kafam karışık. artık oturup yazmaya geçmem lazım. 3 olası metnin de okumaları yaklaşık aynı. ya da en azından birbirini destekliyor. o yüzden okumayı aralıksız sürdürebiliyorum. doğrulama için gerçekleştirilecek projeler de tuhaf biçimde aynı. ama ortaya çıkacak metinler oldukça farklı. bu tez ne için yapılıyor, hangi soruları soruyor, neden soruyor, nasıl cevaplıyor, cevaplarını nasıl destekliyor? her outline'da sorulara yanıt veren öyküler birbirinden çok farklı gelişiyor. normal mi bu acaba?

2 Haziran 2011 Perşembe

bir daha anlatayım mı?

belirli bir komisyondan sürekli mesajlar almaktayım. sürekli birşeyler oluyor -yok olmuyor- ve biz de dahil edilmek isteniyoruz -yok daha değil- [bu belirli komisyon ve an-itibariyle-behemahal-uygulanması-gereken-uçucu-prosedürleriyle ilgili şuraya yazmıştım.] toplantılar oluyor, ı-ıh olmuyor. bir toplantılar olacak gibi mi ne ama yok olmadı ama bir mesaj atılacak gibi mi ne ama yok ama 3 dakika öncesine kadar kesinlikle çok doğru bir şekilde uygulanması gereken sistemin yerine gelen ve yine her adımı titizlikle uygulanması gereken yeni sistem şahane gibi mi ne ama pek de bilmiyoruz ama bizim bişeyler yapmamız gerek bir tarih var da ama o bizi ilgilendirmiyor gibi de yani bir başka da tarih var da kesin o tarihe bişey yapılacak onunla da ilgili bir yeni mesaj atılacak o tarihe kadar da bir toplantı olabilir bu süreçte karşımıza gelen tüm belgeleri imzalayacağız da tümünü imzalamayacağız kontrol edeceğiz bazı tarihler var onlara bakacağız ama o tarihler de revize edildi. peh. fakülte x komisyonu bile kendisini her dakika aşmayı başarıyor. zor bir dünya. başarının çıtası yüksek.

yet, another "new outline" for my beloved thesis

haftalardır sürdürdüğüm çeşit çeşit yayın, yarışma ve kırtasiye işinden sonra, programıma göre bugün doktorama dönmem icap ediyordu. esasında sürekli okumaktayım -ve bir alanın temel metinlerini okuyup durmak, o konuyu yazmayacak bile olsanız, insana çok ciddi bir güven kazandırıyor, tavsiye ederim- ama oturup metni şekillendirmek ayrı bir iş. tabi bir anda çalışmaya oturamadım. direndi.

neyse ben de arka terasa yatıp biraz okudum, biraz mimarlıkla uğraştım, biraz arkadaşlarla vakit geçirdim. sonra eve geldim. tv izledim. uyukladım. terasta yıldız baktım. yatağımda film izledim. sonra uyuyamadım. saat dörtte kalkıp peynir ekmek yedim (3. defa) sonra birden aklıma bişey geldi. pöang'a oturdum, eee'yi açtım, freemind'ı tıkladım [öğeler önemli], tezim için yeni bir outline yaptım (sekizinci falan herhalde?).

bakınca basit duruyor. insan daha karmaşık daha afili bişey yapması gerektiğini düşünüyor. ama basit değil. ciddi zorlukları var. işin güzel yanı, o zorlukların belli bir kısmını aştım. ilgili literatürü de büyük ölçüde taradım.

bu haliyle tez literatüre birşeyler ekliyor. çok aman aman bişeyler değil. ama hem önerilerinde hem metninde bir takım yenilikler getiriyor. tekrar ediyorum, basit şeyler. öyle devrimci şeyler değil. ama yeterli gibi göründü bana. ve zaten iddialarımın bir kısmını gerçekleştirdim bile. bunu gidip tez hocamla konuşayım şimdi.

edit: aslında konuyu yaratıcı-meslek-ehlinin 9-17 çalışamayışına bağlayacaktım: bkz. burda
ve burda