6 Haziran 2009 Cumartesi

tekrar anlatayım mı? | may i tell it again?

hhh... nefes verdim. bir komisyona atamışlar idi beni. "görevlendirme" demek lazım. her tabiri yerli yerinde kullanmalı, yasası var yönetmeliği var... işte bir devir teslim, yani eski komisyonun çoğu başka komisyonlara biz bu komisyona, spor kulübü gibi işte, bir hava değişimi, biz de tabi işte bu yeni komisyonun işlerini öğreneceğiz, yürüteceğiz falan.. bunlar araştırmacılar olarak her zamanki işlerimiz, yani kurgu şu: bize maaş veriyorlar, bu sayede doktora yapıp hoca olmak üzere eğitiliyoruz, karşılığında da okulda yapılması gerektiği iddia edilen kırtasiye ve ofis işlerini de lüzumlu görüldüğü şekilde yürüteceğiz... işte.. ilk okula girdiğim zamanlarda akademik mevzularla fazla ilgim olmadığı için, ve okulu sağlıklı biçimde bir yarı zamanlı iş olarak gördüğüm için bu tip işleri yapmak son derece doğal geliyordu bana da.. sorun belki de işlerin kendisinde değil ve belki de o kadar da fazla değiller. sorun işlerin ve yürütülme biçiminin "gerek"lerinde olabilir. ortada bir sorun olmaya da bilir. sadece bir sıkıntı ve bıkkınlık? ya da bir aydınlanma? bu yeni komisyonun ilk toplantılarından birinde daha bir iki ay önce asistan olmuş bulunan iki arkadaş da vardı. prosedür geçen yıla oranla önemli ölçüde değişmiş, biz de hem normal prosedürü hem de yeni halini anlamaya çalışıyoruz, her zamanki gibi gereksiz biçimde uzama potansiyeli barındıran verimsiz bir toplantı olacak. fakat her zamanki gibi her birimiz teker teker araya girip konuyu verimsizliğe doğru uzatıp duruyoruz. hep böyle oluyor. insan da kendini tutamıyor konuşuyor. neyse ben yine az konuşmaktayım. çünkü hiç derdim değil, seneye de gideceğim, s.a.k. fakat önümde dokunaklı bir performans cereyan etmekte. iki yeni arkadaş sürekli anlatılan prosedürün saçma yanlarını tespit edip işin kolayca ve makul biçimde yürütülmesi ve öğrencilerin mağdur olmaması için yöntemler ve fikirler üretmek çabasındalar. onlara bakıyorum. sadece yeniler. yaratıcı bir beyaz yakalı olmak üzere, sürekli sorun çözmek üzere, makul olmak üzere, esnek olmak üzere bir eğitim görmüşler, bu saydıklarımı olmuşlar, bunların bedeni olmuşlar. memuriyetin, bürokrasinin, akılsızlığın, hiyerarşinin, idari beceriksizliğin ve bütün diğer saçmalıkların henüz içine girmemişler. neyin içinde olduklarını idrak edemeden çözüm üretip duruyorlar. çok da makul şeyler, ama karşılarındaki kıdemli asisten her bir makul çözümün hangi açılardan kabul edilemeyeceğini, emirlerin nasıl bir prosedür tariflediğini, bizim öyle ya da böyle bu emirleri söylendiği gibi yerine getireceğimizi izah ediyor, sabırlı da. yani kimse bizden bir inisiyatif beklemiyor. şu şu ve şöyle şöyle, yapılacaktır. görevlendirildiniz. her zaman olduğu gibi çok az zaman kalmış, her zaman olduğu gibi herşey son ana kalmış, her zaman olduğu gibi o az zamanda bu sürecin parçası olmak durumunda kalanların yapmak durumunda kalacakları işlerin yarısından fazlasının aslında anlamsız ve gereksiz olduğu ilk bakışta görülebiliyor. amma uzattım be. sonra prosedür bir kere değişti. halletik. çocuklara ekstra yük geldi. hallettiler. deadlinelar geçti yeni deadlinelar geldi, onlar da geçti, tabi o çok önemli deadlinelar falan yalan biliyoruz, öğrendik, keşki çocuklar da bilseler de kan ter içinde kalmasalar, yine de kurumumuz anlamaya başlayanlar var, onlar o çok acayip önemli deadlineları sallamadılar, biz de sallamadık, çocuklar mağdur olmasın diye çoğu zamanki gibi toleranslı davrandık. tabi her zamanki gibi bürolar işlerini aksattılar. her zaman olduğu gibi o bir adımı bile esnetilemeyen ilahi prosedür bir kaç defa değişti. her zaman olduğu gibi bazı değişiklikler bize zamanında haber verilmedi. biz de öğrencileri zamanında haberdar edemedik, yine son ana sıkıştılar koşturdular. her zaman olduğu gibi idare yapması gereken bazı işleri zamanında yapamadı. her zaman olduğu gibi bunların saçmalıklarından doğan fazladan prosedürler yetmiyormuş gibi bir de bunların eksikliklerini hatalarını falan toparlamak komisyona kaldı (şu tatil vakti komisyon başkanı, ben ve diğer görevli kıdemli asistanlar, biz, oralı olmadığımız için iş sorumluluk duygusu sahibi genç arkadaşlara kaldı, ayıp ayıp ama kendimi bu işin dışında zannediyorum artık. buda gibi aydınlandım. kendimi bu acılı bürokratik dünyadan, memur benliğimden uzaklaştırdım, kurtuldum. inancım o ki, bir dahaki memuriyet hayatımda, yani hollanda'dan döndükten sonra, artık samsarayı kırmış olacağım, bir daha memuriyet olmayacak.) ve her zaman olduğu gibi öğrencileri düşünen yok, çocukların bir planı mı var, bir yere mi gidecekler ne bileyim tatil mi yapacak çalışacak mı arkadaşlarıyla ailesiyle yazını planladı mı sıkıldı mı gitmek mi ister, yoksa çoktan gitti mi.. çoktan gitti staj yapıyor bu çocuğa gel şu belgeyi tekrar ver staja da bir hafta sonra başlayabileceksin geri kalan stajlarını iptal mi etmen gerekiyor et et, tabi et canım, bizim için dert değil, senin derdini düşünen yok zaten, biz hep burdayız biz burda tatildeyiz, öğlenden sonra ofise gelip yemek yiyiyoruz, acelemiz de yok sen getir işte akşama kadar, gel gel, biz memuruz, biz yöneticiyiz, buraya bağlıyız, kafamızın içi de tahtayla doldu, bizi de böyle yetiştirdiler, herkesi de öyle sanıyoruz. herkes de öyle olsun. dağıtım: sayın tahta, biz aptalca bir fikir üzerine aptalca bir prosedür tanımladık, sen de uygulayacaksın, kılıkırk yaracaksın, kesinlikle hassas kati ve acımasız olacaksın, devlet işi bu şakaya gelmez, sonra biz seni ertesi gün telaşla arayıp prosedürü değiştirdiğimizi duyuracağız, katiyetle uygulanıp öğencileri yeterince yorduğu için o eski prosedürlere gerek kalmadı, başka prosedürlere ise kesinlikle gerek doğdu, şimdi onları uygulayacaksın, öğrencileri geri çağır, tamam mı, tamamsa biz prosedürü tekrar değiştirdik, şimdi dün yaptıkları da kadük oldu, biz de bazı hatalar yaptık zaten, yapmaya da devam edeceğiz, insanlık hali, nasılsa sen toparlarsın, nasılsa öğrenciler de gıklarını çıkaramazlar. tekrar anlatayım mı? anlatayım ne de olsa memuriyet hayatım devam ediyor ve bunları tekrar tekrar yaşamak da böyle bir his işte, tekrar anlatayım mı? değiştirmişler işte, ondan sonra beni aradılar deniz kenarından toplanıp gelmek gerekti işte, neyse benimki de şımarıklık, sonra s.ç.b. komisyonuna vermişler, geldik deniz kenarından akşama kadar bir odada aptal aptal konuştuk ama niyeyse hiç bir karara varamadığımız gibi aslında dişe dokunur herhangi bir şey de tartışmadık, neyse ki sonra zaten birşey yapmayacakmışız, sonra ama işler değişti, bazı şeyler yapılacakmış, neyse efendim yine başka bir komisyon olmuş, a.g.y. komisyonu. üç kere toplandık hiçbirşey yapmadık, ben bir tablo yapıp verdim netten duyurduk, sonra değiştirdiler, eskiden yalancı çıktığımda çok bozuluyordum, yani "şu şu şu katiyetle çok önemli çocuklar bunu böyle böyle kabul edemem ancak şöyle şöyle olursa oluyormuş" dedikçe her seferinde yalancı çıkıyordum. ama bana "öyle öyle öyle olması gerekiyor" dediklerinde ne bileyim inandımdı. koskoca insanlar... neyse şimdi anladım, memuruz işte, baştan aşağı yalan dolan....

Hiç yorum yok: