24 Haziran 2016 Cuma

en verimli çalışmaların insanı

o sevimsiz deadline'lar takvimle beraber bir bir kanatlanıp gittiler. gerçi aralarında sevimli deadline'lar da bulunduğunu, bunlara tatlı tatlı yetişilebildiğini gördük. keşke işlerin hepsi de o deadline'lara binip uzaklara gitmiş olsalardı. gitmediler. bitmediler. bitmediler. ama azaldılar, çözüldüler, büyük ölçüde yapıldılar.. zoru gitti keyfi kaldı diye düşünülmektedir. çünkü doktora sonrası ben artık umutlu bir araştırmacıyım. zaten en fenası iş değil deadline idi... teraslar ve avlulardan sonra bi parça da deniz kenarlarında çalışmak suretiyle, geçen yoğun ve üretken yılı temize havale etmek mümkün olacaktır. istanbul'un yabancı poyrazına dönmeden önce arada bir parça güney ışığı görmem lazım. ve seneye yepyeni işler, yeni araştırmalar, kulvarlar ve üretimler. hesapladım da, en az iki yıllık "yeni" iş var. eski işler de gerçekte bir türlü bitmeyip sürekli kuyrukta sürükleniyor. umarım eğlenceli, heyecanlı olursunuz yeni işler. canımı sıkarsanız topunuzu bi kenara bırakıp şezlonga demir atarım. kesin.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

adak

nicedir bir adağım vardı. şu mimarlık zanaatinden az ya da çok, şöyle üç beş lira bişey elime geçerse, yıllardır büyük bir adanma ile emeklerini kullanımıma sunan şu açık kaynak camiasına sembolik de olsa, tabii kazancım büyük olsa gönül ister ki daha anlamlı miktarlarda, bir mali katkı yapsam... sonuç olarak bunlar da öyle ya da böyle ekonomik bir plan üstünden işleyen, her ne kadar şirketlere verilen bazı hizmetlerden kısmen kazansalar da büyük ölçüde de bağışlarla varlığını sürdüren çekirdek organizasyonlar sayesinde ayakta kalan ve tatlı tatlı ve bazen de sıkıntıyla kullanmaya devam ettiğim, bir anlamda üretmemi sağlayan, üretmemin aracısı olan yazılım ortamlarını geliştirmeyi sürdüren kurum ve topluluklardı.. nihayet bu şansı yakaladığım günden beri de paranın hesabıma aktarılmasını bekliyor idim.. kendim için beklemiyordum, zira benim kazandığım bir şey yok, saygıdeğer meslek kuruluşumuz çoktan haraçlarını kesmişti, ona da, en azından gezi'den sonra, artık bir diyeceğim yok. masrafları da düşünce, camia olarak paraları paylaşmış olduk... sonuç olarak, bir tek açık kaynağın hakkını, hani ödenmez de, sembolik olarak teslim etmek kalmıştı. çok şükür. çok yaşa blender camiası, çok yaşa inkscape emektarları, çok yaşa gimp projesi!

30 Nisan 2016 Cumartesi

mimarlar ve toma

topallamak suretiyle mimarlık yarışmalarıyla ilgili bir toplantıyı takip etmeye gittim. vardığımda farklı yarışmaların birincilerinin sunumlarından oluşan uzun bir seri sona ermişti. tabii kazananların kazananlara zaten bildikleri projeleri sunmasının öneminden ziyade ülkede yarışma alanında faaliyet gösteren belli başlı bir seri mimarın bu toplantıya katılımının sağlanması için böyle bir sunum seti oluşturulduğu anlaşılıyordu.

toplantıda sonraki tematik sunumları yapan ve söz alanlar yarışmalarla ilgili 60 yıldır tekrar tekrar üstlenildiği söylenen bir takım pozisyonları yeniden üstlenmekten sakınmadılar. bunlar arasında fikri arayan, kabulleri sorgulayan ve mimarlık problemini yeniden kurmayı üstlenen önerilerin daha fazla dikkate alınmasını talep ve rica edenler çoğunlukta olmakla beraber şartnameyi verili problem, mimarın işini de bu problemi çözmek olarak gördüğünü vurgulayanlar da yok değildi.

benim dikkatimi ise bunlardan çok şu çekti, hani en tırıvırısından en tekrarlanmaktan bıkılmış olanına kadar, çoğunluğu iyi hazırlanmamış olan sunumların hepsini ilgiyle dinleyen meslektaşlarımız bir tek, sayı ve yazı ile bir tek sunumda salonu boşalttılar. murat çetin'in son derece saygıdeğer roboski müzesi ve küçük armutlu yerinde dönüşüm yarışma süreçleriyle ilgili son derece saygıdeğer ve usturuplu sunumu esnasında tabii az önce verilen arada içilen şarap ve kahveleri boşaltmak, yeni şarap ve kahve ihtiyaçlarını gidermek, önceki sunumların yarattığı sıkıntılardan bir höf kurtulmak için falan, yani falan filan, bir takım sebeplerle, meslektaşlarımız salonu boşalttılar. hani yarışmaya katılmamış olmakta hiç sorun yok da, sunumunu da dinlemek istemediler. salonun tepesindeki ışıklıktan bir toma su akıtmaya başlayacak ya da sokak tarafındaki camların biri kırılıp içeriye biber gazı atılacaktı belki de. çıkmak lazımdı. sonra da kademe kademe geri gelerek salonu yeniden doldurmak... yani düşünüyorum, belki sunum kötüymüş sıkmış falan, suçlayıcıymış falan belki diyeceğim de, son derece düzgün, üslubu iyi bir sunum idi. kimseyi suçlamayan, başkasına sorumluluk yıkmayan, derdini anlatan bir sunum idi. diğer sunumların çoğu suçlayıcı, üslup olarak sıkıntılı, sıkıcı, iyi hazırlanmamış ve içi boş idi de, bu sunum süresini iyi kullanan, anlattığı gerçekten ilginç ve yeni olan az sayıda sunumdan biriydi.

demek istiyorum ki, mimarları ve ortamlarını sevmemek için sebep az mıydı da, az mıydı da, bir yenisi eklendi?

25 Nisan 2016 Pazartesi

Lakonik

Sanıyorum fena sakatlandım. Sıkıntının içinden ürünle çıkmayı planlıyordum ama onun yerine lakonizm üretecine dönüşmem gerekmektedir; Epiktetos usulü. Değil mi ki sarsılmazlık Epiküryen'e olduğundan çok Stoacı'ya yakışıyor >> Gördün mü bak, koptu.

Bir yandan da, koptu ama Epiküryen bir neşe getirdi. Topallayarak gidip geliyorum, sonra da oturup gülüyorum. Bizim bu halimiz ne olacak? Sarsılmaz Epiktetos ve kaygısız Epikuros; biri diğerinden çıkıyor. Dert insana lazım herhalde, iyi geliyor.

19 Nisan 2016 Salı

mhhh

galiba şu an dünyanın en sıkıcı işini yapıyorum. arada neredeyse bayılacak gibi oluyorum sıkılmaktan. bu yaptığım bir işe yarayacak mı? bilinmiyor. ama ilerlemek için bunu yapmak zorundayım. bu dünyanın en sıkıcı işi. işin yarısındayım. bir nefes alıp devam ediyorum. eff.

11 Şubat 2016 Perşembe

yapacak daha iyi bir şey yoksa

en önemli konu çalışmanın hayattaki yerini yeniden düzenlemek ve anlamlandırmak oluyor. çünkü hayat kısa iş uzun, hayat sınırlı projeler uçsuz bucaksız, hayat.. emh.

22 Ocak 2016 Cuma

Huzur

Hakikaten kent insana iki dakka ruh huzuru vermiyor. Üç günlük kent boğuşmacası huzur pillerini tamamen tüketebiliyor. Epikuros görüyor musun bu halleri? Ataraksia'dan vazgeçip aponia'ya sığınıyoruz. Sonra da şöyle uzun uzun bir sağa sola küfredip...


17 Ocak 2016 Pazar

kürkçü dükkanı

döndük dolaştık. ve.

30 Aralık 2015 Çarşamba

yıl sonu

iyi gelişmelerden ötürü mutlu olmayı kendimize yakıştıramadığımız, dertsiz görünmeye cesaret edemediğimiz, gülümsemekten utandığımız bu günlerde her şeye rağmen kendi adıma olumlu bir yıl sonu değerlendirmesi yapacağım. 2015 tez savunmama giden süreçle açıldığı için tüm yıl adeta yokuş aşağı gitti. yani yuvarlanmak ve düşmek anlamında değil de, ferah ferah, haldır huldur, koşa koşa ve olaylar tarafından çekilerek ilerlemek anlamında. yüz yıldır emek emek yürütülmekte olan pek çok işin meyve vermeye başlaması, ürünleri almaya başlamak, yeni işlere girişmek, onların da ürünlerini dermek ve güzel de bir tatil yapmak derken gürül gürül ve güzel bir yıldı. benim açımdan. üstüne vicdan azabı serilmiş umutsuz kent havasından bir 6 ay kadar uzak kalmak da fena değildi, iyiydi. imkanı olanlara tavsiye edilir. 6 ay uzak kalınabildiğinde kentimiz o kadar çirkin değil, katlanılır. döneceğim. vicdan azabı ve utanç kolektifine üye olacağım.

[bu beyaz ve soğuk yılsonu olsa olsa barok ustalarının obua ve yaylı için eserleriyle geçirilir (bience). bir kahve yapıyorum ve çalışmaya devam ediyorum.]

7 Aralık 2015 Pazartesi

peff

adetim olduğu üzere feryat figan sonrası uğraşamadığım hatta katlanamadığım yazıyı bir kenara atıp dünyanın en ilginç konuları üzerine okumaya geçtim. kendi çalışmalarıma dalıp uzak kaldığım süre boyunca nörobilimciler, bilinç araştırmacıları ve 'genel yapay zeka' alanının umutlu emekçileri yeni ve heyecanlı bulgular ortaya koymuş, yorumlamış, tartışmış ve benim gibi amatörler için bunları imbikten geçirerek sonucu gerekli mevkilerde yayınlamışlardı (mesela bkz. scholarpedia). sayelerinde ufkumu genişletip günler süren tefekkürlere daldıktan ve bunları da gereğince not ettikten sonra bir sabah artık işe oturabileceğimi bilerek uyanmam da artık pek şaşırtıcı gelmiyor. hayır vaka çok şaşırtıcı da hep de böyle oluyor sonuçta. oturdum, başından sonuna yazıyı elden geçirdim, fena olmadı. ekleri, resimleri falan derken biraz daha işi var ama yükü kalktı. nefes aldım. bir daha asla! (bir dahaki sefere kadar asla.)

5 Aralık 2015 Cumartesi

bir yazıyı yazamamak

kaç haftadır, ya da aydır bu yazıyı yazamamakta olduğumu düşünüyorum. insanın bu kadar zamanda yüzlerce sayfa yazabildiği düşünüldüğünde, tutsa tutsa 1-2 sayfa yer kaplayacak bir yazıyı yazamamak insanı kendiyle ilgili düşündürüyor. bu yazıda ne var? başka bir açıdan, yazıyı yazmakta olduğum da düşünülebilir, yazının kavramsal yükünü ilmek ilmek zihnimde oturtmam gerekiyordu, fakat bu sanki gerçekleşti artık, bir araştırma idi, bir noktaya geldi. fakat yazılmaması.

bir kaç paragraflık bir yazıyı yazmak insanın bu kadar içini sıkıyorsa, taslağı yazılmış bir yazıyı oturup bitirmek bu kadar zor geliyorsa bu konuyla araştırmacı arasındaki sıkıntı nedir, ya da bu yazıya biçilen gömlekle yazının ilişkisi nedir, ney neyi tutmamaktadır, sıkıntı nerdedir. bir insan bir yazıyı yazmaktan nadiren bu kadar uzak olabilir. kaç oturum bir paragrafın kenarındaki bir kelimenin değiştirilmesi, bazen de sadece dosyanın açılıp kapatılmasıyla sonlanmıştır. içeriği hazır olan bir yazı kayalardan çakmak taşı darbeleriyle kesilmekte ve iç sıkıntısı yerinde durmaktadır. bunu şımarıklıkla da çalışmak istememekle de açıklamak mümkün değildir, en azından bu vaka için. her gün, her saat yazının başına belirli bir arzuyla oturan araştırmacı hazır olan yazısını neden, nasıl bitirememekte, nasıl, hazırda bitirilmek üzere yine belli bir arzu düzeyinde bekleyen diğer işlerine dönememektedir? yazılmak istenen, ilginç bulunan, yeteri kadar dolu ve üslubu da yakalanmaya başlanmış bir yazı, nasıl yazılamaz?

28 Kasım 2015 Cumartesi

ikinci seviyeden strüktürel eşlenme

küçücük sevimli mini mini iyi haberlerin yanında devasa çirkin berbat haberler üzerimize yağıyor. her şeye rağmen üretmeye devam mı etmek gerekiyor? üretmeye devam etmek gerekiyor. üretmeye devam etmek mi gerekiyor? üretmeye devam etmemek mi gerekiyor? üretmeye devam etmemek gerekiyor. üretmeye devam etmemek gerekiyor mu? üretmeye devam etmek gerekiyor mu? üretmemeye devam etmek gerekiyor mu? üretmemeye devam etmek gerekiyor. üretmemeye devam etmek mi gerekiyor? üretmeye devam etmek mi gerekiyor? üretmeye devam etmek gerekiyor. üretmeye devam etmek gerekmiyor. cümleler otopoietik bir sistem içinde bir diğerini üretiyor. kendi kendine üretiyor. asla bir karar verilmemişti. karar yanılsamaydı.

27 Kasım 2015 Cuma

kepengi açtığın gibi kapatıyorsun

kepengi açıyorsun, içeri bir göz atıyorsun, yapılacaklar belli, ite kaka da olsa ilerlemekteydin, oturup çalışacaksın, her gün olduğu gibi tatlı tatlı, ya da oflaya puflaya, öyle ya da böyle, oturup çalışacaksın, öyle ya da böyle toparlayıp çalışacaksın. kendi iniş çıkışlarından sıyrılmışsın, çalışacaksın. sonuçta kendini tanıyorsun, iniş çıkışlarını yönetip verimli kalmayı biliyorsun.. kepengini tatlı tatlı açtın, kahveni koydun, ikinci kahveni koydun, yapılacak iş belli, hayır yapmak da geliyor içinden, yapılacak iş de keyifli, elin de alışık, iş de yeni değil, hiç bir olumsuz yan yok senden yana. ama bırakmıyor. memleket bırakmıyor, kurumlar bırakmıyor. nasıl olup ara sıra iş yapmayı başarıyoruz o şaşırtıcı aslında. bu böyle süreceğine göre hep beraber bedensel işlere dönmeyi düşünmeliyiz. beden işi dert gömer. kafa işi burlarda zor. yarım kapasite üretiyoruz.

23 Kasım 2015 Pazartesi

tamam değil

uzun zamandır gevelenmiş, evrilmiş, çevrilmiş ve ertelenmiş yeni bir araştırma ve üretme hattına girecektik ve girdik. burda. ama ayrıca sıkı çalışıp birikmiş işleri de listeden silecektim. dönmeden önce yani. uzun tuttuğum tatili de böylece telafi edecektim. esasında öyle de yaptım. sıkı çalışıp birikmiş işleri listeden bir bir siliyordum, siliyorum. işler... temiz bir bahar sayfasına dönülecekti. temiz dediğim, ara verilmiş olan işlere yeniden girişilecek şekilde temizlenmiş. işler...

sonra neyi düşünüyordum, bir yerel ve vernaküler modern var, ilginç beklenmedik mekansal buluşları oluyor, onu çizeyim diyorsun, yer döşemelerinin arasındaki 20 santimetrekare topraktan üst katlardaki çardaklara doğru ince ince ve kıvrılarak büyütülmüş sarmaşıklar çizeceksin, çizmek istemiyorsun, emek emek parçası olduğun ama ait olmadığın ne varsa çizmek istemeyişinde yeniden seni dürtüklüyor, çizmek istemiyorsun, elin resim çizmeye varıyor, diyagram değil. ilkinde kafa rahatlıyor, ikincisinde çalışıyor. ilki rekreasyon, ikincisi iş.

bu kültürün de bu ortamın da parçası olamıyorsun, ertelenmiş işlerin arasında artık asla el atamayacağını anlamaya başladığın ama niyeyse en çok da onları yapman gerektiğini sandığın ne varsa uzaktan bir bakıyorsun, listelerini tüketip onlara el atacaktın dönmeden, listeler tükenmiyor, varoluşsal bir aciliyeti olmayan konuların öncelikli hali sürüp gidiyor, mimarlık ve tasarımın bu biçimci ve zanaatkarane çölünde neden durduğunu anlamlandıramıyorsun. sen emek emek bunun parçası oldun da sen buna ait değilsin ki. için sıkılıyor. açıp bu kültürün bir kitabını okumak istemiyorsun. kuramına dalmak istemiyorsun. resim resim beğenemiyorsun. bir heyecan vermiyor. bir çöküyor. hayat da böyle geldi geçti işte diyorsun. hayatın önümüzdeki kısmı da harici şartlar yüzünden parlak görünmemekte. ülke de dünya da bir çavlanın girişine doğru hızlanmaktadır. bir gün gelip kendini çalışmaya bunları düşünmemek için verenlerden mi olacaktın sen de? içinden gelen aciliyeti takip ederek değil de.. şaşkınlık.

şimdi de doğrusunu bir yerli yerine koyup iç dökmeyi dengeleyelim: hepsinin bir ilginç yanı var, hepsi bir miktar çekip götürüyor, hiç bir işe boşu boşuna girişilmedi, bunlar ilginç konular, araştırmacının içi sıkılıyor, deadline'lar varlar, yaşıyorlar, ölmüyorlar, her zaman iyi iş çıkarmak gerekiyor, bu fena bir baskı, bunda da aslında pek kimsenin suçu yok, bünye öyle işliyor. öncelikler nelerdir, bunu söylemek aslında o kadar kolay değil. iç sıkıntısı geçicidir, insan kendini masanın başında işler vaziyette bulacaktır, orası muhakkak.

8 Temmuz 2015 Çarşamba

bunlara gülen bir ben değilim değil mi? eh?

peyki. şimdi ne olacak? bunu sormak için bir zaman gelmektedir. belki şimdi değil. tabii ki sonbahardır. esasında her şey aynıyla devam etmekle kalmadı, belki misliyle devam etmektedir. devam etti. şimdi ne olacak.. sorusu yok gibi devam etti. şimdi ne olacak. ecnebicesi, küçük bir nüans kıvırmasıyla, "then what?" olacaktı. ne peki yani? hep küçük bir kapı varmış, kolunu kıvırdığın gibi başka bir çayıra açılmaktadır. "başka bir yerde olduğu varsayılmakta olan yeşil bazı çayırların küçük kapıların kollarının kıvrılması yöntemiyle işlevsel kılınması" başlıklı araştırmamızı tübitak en yüksek seviyeden ödüllendiriyor ve bize kraliyet madalyası takıyormuş. şimdi.

1 Mayıs 2015 Cuma

bitti

özetle, doktor oldum. üzerimde ılık bir bahar ferahlığı var. 32 yıllık resmi öğrenciliğim burada sona eriyor. bundan sonra yaklaşık olarak aynı hayatı, ama bu sefer başka bir titrle sürdüreceğim. artık araştırmalarımı ve derslerimi kendi adıma yürütme yeterliliğim var.

14 Nisan 2015 Salı

son bir

inboxlar dolusu yazışmanın alevden selleri insanı durakladığı her mevkiden zahmetsizce söküp yeniden taşımaya başlıyor ama en sonunda öyle ya da böyle akıntının yavaşladığı bir ovaya çökeliyor doktor adayı.. o andan itibaren bu doktoranın son konsantrasyon mücadelesi başlıyor; bünyede, çalışma koltuğunda, çalışma odasında, laptop başında, desktop başında, salonda, kanepelerde, avlularda, sokaklarda ve parklarda.. onca yılın ardından en az ilk deneme kadar zorlu; yeni bir işin başına oturma güçlüğünde zerre hafifleme yok. hatta iki kere başladığım halde hala başlayamadığım bir son üretim.. zor da değil ama hiç içimden de gelmiyor. geriye heyecan falan kalmadığından içimde sadece o ilk günkü sıkıntı...

29 Mart 2015 Pazar

yannız ne yazışıldı..

bilgisayarın başına geçiyorum ve saatlerce yazışıyorum. chat değil, e-mail deniyor buna. senden bir danışmana ondan sana senden bir hocaya bir hocadan sana senden diğer bir danışmana ve enstitüye ve onlardan sana olunca senden başka bir enstitüdeki sekretere ordan grafik tasarımcıya ordan sana senden başka bir sekretere ve bir profesöre ve başka bir profesöre ve başka bir profesöre ordan sana senden o profesörün sekreterine senden bir pedel'e, pedel'den toplu olarak hocalara, hocalardan pedel'e, pedel'den bana, benden bir hocaya, sonra hocanın başka bir e-mail adresine, hocadan bana, benden bir hocaya, başka bir hocaya ve başka bir hocaya ve benden enstitüye ve enstitüden hocalara ve hocalardan teker teker enstitüye ve enstitüden danışmana danışmandan bana benden bir hocaya ve sonra grafik tasarımcıya ve ondan bana ve benden bir sekretere ve ondan bir çevirmene benden bir çevirmene çevirmenden bana benden başka bir çevirmene ve benden bir sekretere sekreterden bana ve benden bir profesöre...

abartmadım. bu yazdığımın katbekat fazlası oluyor.

23 Mart 2015 Pazartesi

Adan Bye yolculuk

[bunu aylar önce yazmıştım ama yayınlamamıştım.. doktoranın gerilimle yüklü serüveni sürmekteydi:]

doktora A noktasında başlayıp B noktasında bitiyor. bu A'dan B'ye bir yolculuk. A ve B noktası arasında sınırlı sayıda noktaya uğramanız gerekiyor. öyle geliyor ki A ve B arasında lineer bir yol izleyerek belirli noktalardan sırasıyla geçip B noktasına varacak, tuhaf bir cübbe giyip bir makinaya poz vereceksiniz ve sonrası mutlu mesut akıp gidecek. ilk olarak A'dan başlayıp el yordamıyla bir sonraki noktaya gitmeniz lazım. ama o nokta henüz yok. uzun yıllar o ilk noktaları arayıp birbirine eklemekle geçiyor. sonra gün geliyor artık bir C noktasından B noktasına doğru tüm ara mevkiler önünüze seriliyor ve "sırasıyla şunu şunu şunu yapıp mezuniyetine ilerle" diyen bir karedesiniz. zarı atıyorsunuz ve D noktasına ilerle diyor. D noktası önünüzde değil. D noktası bir sürpriz. C ve B noktası arasında sınırlı sayıda adım var ama çektiğiniz kartlar sizi sürekli yeni noktalara atıyor ve yeniden yola devam ediyorsunuz ama sonra bir önceki noktaya gitmeniz gerekiyor, bu lineer bir hat olmadığı gibi basitçe döngüsel bir ağ bile değil, ağın noktaları da belli değil yani. bu aslında tarifsiz bir problem. C noktasında duruyorsunuz ve tüm adımlar belli deniyor. adım atıp bir sonraki noktaya gidiyorsunuz ve 3 tur bekliyorsunuz orda. sonra da bir önceki adıma geri gönderiliyorsunuz. o anlamda yani, doktora biten bir şey değil. doktora bir hat değil. bir yol değil. bir seçenek değil. insanlıkdışı bir kabus. içinden çıkmak kurtulmak zarlara uymamak kartları reddetmek mümkün değil. doktorayı özgür bir fail yürütmüyor. bir sistemin kurguladığı belirsiz bir yolun katedilişini çekiyorsunuz daha ziyade. kart çekiyorsunuz ve belirsiz bir F noktasında kendinizi buluyorsunuz. oradan C noktasına yeniden varıyorsunuz, B noktasına doğru ilk adımı atıyorsunuz, P noktasındasınız ve yine 3 tur bekliyorsunuz. sabah beşte allallah niye uyuyamadım diyor insan. bünyesi ona gerçek sebepleri açıktan söyleyemiyor. bünye ve fail, kendi ve ben bir dert ortaklığı içinde içgeçirip çilelerini sırtlanmaya devam ediyorlar...

1 Mart 2015 Pazar

dokular ve düzenler: mimarlığın ifade araçları..

doku bir araştırma problemi. ama tasarıma has bir araştırma problemi. tasarımın bu problemleri matematiğin problemlerine benzemiyor. öyle bakıldığında doku bir problem değil. doku bir araştırma alanı. esasında doku var da değil. yani özcü bir anlamda var değil. yoksa doku var ve üzerine konuşmakta ve kendisini araştırmakta haklıyız. çünkü bu doku diye adlandırdığımız karmaşık süreç ve etkiler tasarım için azami önemde. mesela dokunun ölçekleri var, üst ölçekteki düzenlerden örüntü düzenlerine ve oradan kaba dokulara ve ince pürüzlere kadar takip edebildiğimiz farklı ölçeklerde açığa çıkıp algımızı yönlendiriyor... esasında dokunun ölçekleri bir süreklilik takip edebilir ve algı sistemimiz açısından bu sorun oluşturmayabilir ama doku aynı zamanda oluşturulan, üretilen, kullanılan bir kurgu olduğu için biz asgari bir ölçekler grubu seçip problemi indirgeme yoluna gidiyoruz. ama bu indirgeme sorunu çözmemizi sağlamıyor, çünkü her bir ölçekteki her bir doku algısının belirmesine etki eden dinamik, karmaşık, heterojen ve açık uçlu bir etken grubu var. doku şüphesiz emercent. algımızda açığa çıkıyor ve ama bir bağlam içinde işliyor.. dokunun bağlamı var. doku algıya ait bir seri fenomenin ortak adı ve bu heterojen bir küme. doku algısını ve bu dokuların bağlam içinde birarada işleyişini, yani algıyı bütünleşik biçimde yönlendirmelerini çalışmak istediğimizde sınırlı sayıda ve kökensel bir takım mekanizmalar bulup işin içinden çıkmamız mümkün değil. bu alanda da, tasarımın tüm araştırma alanlarında olduğu gibi, kurallar kadar bağlamsal yorumlar, istisnalar ve kuralsızlıklar da işliyor. düzenlilikler ve tekrarlar önemliyse de bu tekrar edenler çok farklı kökenlerden gelebiliyor ve ne işlerse o.

düzenin matematiksel modellerini ortaya koymak nispeten kolay. dokunun matematiksel simülasyonlarını üretmek de üstesinden gelinmiş bir problem bugün. fakat bir fotoğrafa bakarak, tasarlanmış bir dokuyu, bağlamı içinde nasıl değerlendireceğimiz sorusu açık. doğası gereği açık. ve açık problemlere yönelik yapay zeka teknolojileri emekleme aşamasında... eksik çok. ama bir takım çalışmalar da yok değil. olasılıkçı modellerde ve ama dinamik bilgi yapıları içinde kurgulanarak biriktirilmiş bir dünya bilgisine ve bu bilgiyi kullanmamızı sağlayacak tekniklere ihtiyaç duyuyoruz. mesela google'ın (bkz. google books projesinin arka planı) ve IBM'in (watson) bu konuda çalışmaları var... esasında teknikler ortada ve herkesin kullanımına açık. en azından deneysel uygulamalar geliştirmeyi sağlayacak kadar veri de hiç derlenemez değil. ve ayrıca, dokuyu dijital ortamda tespit etmek ve değerlendirmek için bir seri teknik yaklaşık 20 yıldır CBIR (uzunu: content based image retrieval, bkz. google image search) denen bir alanda üstüste yığılmakta..

ve ama doku değerlendirmesinin de katmanları var ve bu dokunun ölçeklerinden farklı bir problem. çünkü doku da, mimarlığı ilgilendiren hemen her belirleyici bileşen gibi, bir binanın kavramsal kurgusuyla bağlantılı, bir kentin kültürel hayatıyla alakalı, bir mimarın kendi kişisel serüvenine ait, bir bireyin ruhsal dünyasıyla etkileşim içinde olabiliyor. işin hem ilginç hem zor yanı şu ki, doku, insanların bir gün aklına bir şekilde gelebilecek her şeyle potansiyel olarak ilgili... bu düşünsel ve ruhsal zenginliği hesaba katmadan dokuyu değerlendirmek üzerine bir araştırma problemi kurgulamak indirgemeci bir tavır olur. gel gör ki, bir araştırmanın pragmatik bakış açısından indirgeme kaçınılmaz. asıl soru neyi indirgeyeceğimiz ve neyi bir meydan okuma olarak karşımıza alacağımız. ve bu da araştırmanın dokusunu tarifliyor; metaforik bir kullanımla elbet. yazdan beri üzerinde çalıştığımız bir araştırmamız var ve doku problemi araştırmanın derin yönünü ve dolayısıyla durağını oluşturuyor.