[ mimarlık eğitimine dair ciddi notlar serisi x: ]
bir süre el çiziminin mimarlık eğitiminde artık yeri olmadığını savundum. sonra dünyadaki iyi okulların hala uzun uzun el çizimi üzerinde durduklarını öğrenince bu konu üzerine yeniden düşünmeye başladım. stüdyoda önümüze gelen otoket çizimlerindeki tuhaflıklara da başka gözle bakmaya başladım. tamam artık kimse el çizimiyle üretim yapmıyordu da, 1. plan çözmenin geleneksel yolları (eskiz üstüne eskiz yığıp mekan ve çizgi aramak) tasarımı otokette yapmaya çalışma pratiğine hala üstün geliyordu [bunu geçen yılki yarışma süreçlerimizde gözlemledim], 2. el ile çizim yapabilmek eskiz yoluyla tasarım ve iletişim yetisini artırıyordu. 3. el çiziminin ölçeği vardı, otoketin yoktu, ölçek hissini önce bir edinmek gerekiyordu. 4. otoket, el ile çizgi arama deneyimi olmayan öğrencilere hiç uygun olmayan bağlamlarda bile ortogonal sınırlar çizdiriyordu
[ve hala yanıtlayamadığım bir soru: kağıt üzerinde çalışmak, kağıda dokunmak, karalamak, silmek, taramak, noktalamak ve boyamak hayal ettiğimiz mekanı algılamaya daha bir yaklaştırıyor mu bizi?]
14 Nisan 2012 Cumartesi
yaşasın blender!
dün birinci sınıflara blender çalıştırdım. benim için bu ders 'açık kaynaklı uygulamalar üzerinden tasarım ve ifade yaklaşımları' gibilerinden olası bir ders için bir girizgah niteliğinde.. o olası dersin içeriğine, işleyişine, hızına ve teknolojisine dair denemeler yapmış oldum... geçen yıl da birinci sınıflara blender çalıştırmıştım, ordan edindiğim tecrübe uyarınca daha derli toplu ve en ufak adımına kadar ince ince yazılmış bir ders hazırladım bu sefer. çünkü bir yandan da ugulama yapıldığı için ders detay atlamaya ya da o an için önemli olmayan detaylara dağılmaya çok müsait.
dersi freemind'da hazırlayıp sundum. (bu fikri aslı'dan almıştım.) zihnimin çalışma biçimine powerpoint'ten daha iyi uyuyor bu zihin haritaları.. önce biraz 'açık kaynak - özgür yazılım' ikilisi üzerinden niye modellemeyi blender ile çalıştığımdan ve mesela neden rhino değil de blender anlatmak istediğimden bahsediyorum. aslında birinin gelip bir grup insana bir seri beceri ve bilgi kazandırmaya çalıştığı bir pratik ile (üniversite) açık kaynak (ya da özgür yazılım) tavrı arasında doğrudan bağlantılar var gibi geliyor bana. birini seven öbürüne sıcak bakarmış gibi geliyor [bkz. creative commons'un kısa tarihi ilgili bağlantıları kuruyor: cc].
sonra spesifik bir programın işakışı ile görece genel iş yapma yolları arasında bir ayrım olduğunu öne sürüyorum.. sonra da işte blender arayüzü, mesh modelleme, ufak bir modelleme uygulaması, ışık hızında render... dersin materyali de, ders notları, altlık çizimler, blender başlangıç tutoriallarının ve blender.org'un linkleri...
3 saati geçti sanıyorum, ilgilenen öğrenciler de oldu gibi, ama galiba bi o kadar daha zaman lazımdı.. tabii dersi nasıl hızlandıracağımla ilgili de düşünmeye başladım.. arayüzü ve en temel komut ve işlevleri öğrenmek çok zaman alıyor. o kısmını öğrencilerin ders öncesi tutoriallarla deneyimlemesi şart gibi görünüyor. yoksa ilerlemek mümkün değil.
belki de en önemlisi böyle bir programı iyi öğrenmenin onlara tasarım faaliyetinde neler katacağını deneyimletmek. şimdilik sadece sözle ifade edebildim. şiddetle vurguladım da denebilir.
dersi freemind'da hazırlayıp sundum. (bu fikri aslı'dan almıştım.) zihnimin çalışma biçimine powerpoint'ten daha iyi uyuyor bu zihin haritaları.. önce biraz 'açık kaynak - özgür yazılım' ikilisi üzerinden niye modellemeyi blender ile çalıştığımdan ve mesela neden rhino değil de blender anlatmak istediğimden bahsediyorum. aslında birinin gelip bir grup insana bir seri beceri ve bilgi kazandırmaya çalıştığı bir pratik ile (üniversite) açık kaynak (ya da özgür yazılım) tavrı arasında doğrudan bağlantılar var gibi geliyor bana. birini seven öbürüne sıcak bakarmış gibi geliyor [bkz. creative commons'un kısa tarihi ilgili bağlantıları kuruyor: cc].
sonra spesifik bir programın işakışı ile görece genel iş yapma yolları arasında bir ayrım olduğunu öne sürüyorum.. sonra da işte blender arayüzü, mesh modelleme, ufak bir modelleme uygulaması, ışık hızında render... dersin materyali de, ders notları, altlık çizimler, blender başlangıç tutoriallarının ve blender.org'un linkleri...
3 saati geçti sanıyorum, ilgilenen öğrenciler de oldu gibi, ama galiba bi o kadar daha zaman lazımdı.. tabii dersi nasıl hızlandıracağımla ilgili de düşünmeye başladım.. arayüzü ve en temel komut ve işlevleri öğrenmek çok zaman alıyor. o kısmını öğrencilerin ders öncesi tutoriallarla deneyimlemesi şart gibi görünüyor. yoksa ilerlemek mümkün değil.
belki de en önemlisi böyle bir programı iyi öğrenmenin onlara tasarım faaliyetinde neler katacağını deneyimletmek. şimdilik sadece sözle ifade edebildim. şiddetle vurguladım da denebilir.
12 Nisan 2012 Perşembe
hiyerarşisi azaltılmış stüdyo
bugün biz yürekli-falay-aydemir stüdyosunda bir tür stüdyoda-konsensüs süreci deneyimledik. [kendi dahil olduğum stüdyonun hızı kesildi. ben de sonraki yıllarda çalışmayı umduğum konular için giriş oluşturacak ders ve deneyimler sunmak üzere başka ortamlara gidiyorum bu aralar.]
yürütücüler ve öğrenciler, 15-20 kişi... ~17:15-20:30 arasında yaklaşık 3 saat kadar sürdü... ve biraz yorulduysak da sonuna kadar ilgi yerinde kaldı sanıyorum. 3 saat böyle bir toplantı tarzı için kısa sayılmaz. ama konsensüs-üzerinden-karar-alma konusuna, özel olarak da tasarım süreçlerinde konsensüs ve katılımın olası rolleri gibi konulara bu grupla ilk defa giriş yapıldığı düşünülürse, ve önerilen işin niteliği düşünülürse süre kısa tabii.
süreci, deneyimin kendisini aktaran bir tür yayının üretimi etrafında şekillendirmeyi önerdim. sonuçta üretim ve deneyim üzerinden öğrenmek stüdyoda biraraya gelmenin temel motivasyonları. ve tabii tartışmalar beklenenden daha zengin oldu. ve ilk başta hiç çıkmayan veya kısık çıkan sesler gittikçe daha fazla duyulmaya başlandı (postere "benim bir sözüm var" yazmış biri :] ). ve yani öyle ya da böyle süreç kendi kendine organize oldu, zaman kısıtları, pratik kısıtlar ve çatışan fikirler bir şekilde uzlaştırıldı. herkes yeterince katılımcı ve esnekti.
konsensüs sürecinin üretimleri 1. deneyimin kendisi, 2. katılımcıların birlikte ürettiği ve üzerinde anlaştığı ortak kararlar. ve herkes büyük ölçüde benimsemiş görünüyordu bu kararları.
3 adet üretim kararlaştırdık. biri hızlıca yaptığımız ve herkesin kendine ait bir cümleyi kendine ait bir tasarım ile bir paftaya yapıştırmasından oluşan bir ortak poster. bunu bu akşam yaptık. daha sonra bu posterin olduğu haliyle internete konması ve herkesin istediği ekleme ve çıkarmaları ortak dosya üzerinde yapması ile bir hafta içinde yeni bir poster ortaya çıkacak diye konuştuk. ve gelecek hafta bugün, bir kolektif üretim deneyi gerçekleştirmeyi kararlaştırdık. konusu "boşluğu hapsetmek". malzemeleri katılımcılar getiriyor. ve herkes sıra ile ortak bir nesne üzerinde bir ekleme-eksiltme yapıyor. süreç, umuldu ki, kimsenin daha fazla ekleme ya da eksiltme yapmadığı bir tam tur atılana kadar devam ediyor. haftaya perşembe 12:30-14:30 arasında, kırtasiyenin orda, izlemek isteyenler gelsin. daha sonra bu ürün sergi alanında kalacak ve okuldaki diğer insanların müdahalelerine açılacak (müdahale etmek isteyen gelsin). bu kolektif üretim sürecinin de bir tür konsensüs tasarımı olduğu savunuldu. bu fikir bana da ilginç geldi. tartışılabilir.. üzerinde düşünmek lazım.
işin deneyim boyutunda, yataylık, hiyerarşilerin zayıflaması ve aşağıdan yukarı örgütlenmeler, bizim organizasyon kültürümüzde artık daha fazla yer bulması gereken pratikler diye düşünüyorum ben. bu, öğrenciye kazandırmak istediğimiz özgüveni, onlara pek de kazandıramadığımız sorumluluk duygusu ile birleştirmemizi sağlayabilir. ayrıca katılımın ve şeffaflığın yöntemlerini öğrenmeli ve benimsemeliyiz diye de düşünüyorum.
yürütücüler ve öğrenciler, 15-20 kişi... ~17:15-20:30 arasında yaklaşık 3 saat kadar sürdü... ve biraz yorulduysak da sonuna kadar ilgi yerinde kaldı sanıyorum. 3 saat böyle bir toplantı tarzı için kısa sayılmaz. ama konsensüs-üzerinden-karar-alma konusuna, özel olarak da tasarım süreçlerinde konsensüs ve katılımın olası rolleri gibi konulara bu grupla ilk defa giriş yapıldığı düşünülürse, ve önerilen işin niteliği düşünülürse süre kısa tabii.
süreci, deneyimin kendisini aktaran bir tür yayının üretimi etrafında şekillendirmeyi önerdim. sonuçta üretim ve deneyim üzerinden öğrenmek stüdyoda biraraya gelmenin temel motivasyonları. ve tabii tartışmalar beklenenden daha zengin oldu. ve ilk başta hiç çıkmayan veya kısık çıkan sesler gittikçe daha fazla duyulmaya başlandı (postere "benim bir sözüm var" yazmış biri :] ). ve yani öyle ya da böyle süreç kendi kendine organize oldu, zaman kısıtları, pratik kısıtlar ve çatışan fikirler bir şekilde uzlaştırıldı. herkes yeterince katılımcı ve esnekti.
konsensüs sürecinin üretimleri 1. deneyimin kendisi, 2. katılımcıların birlikte ürettiği ve üzerinde anlaştığı ortak kararlar. ve herkes büyük ölçüde benimsemiş görünüyordu bu kararları.
3 adet üretim kararlaştırdık. biri hızlıca yaptığımız ve herkesin kendine ait bir cümleyi kendine ait bir tasarım ile bir paftaya yapıştırmasından oluşan bir ortak poster. bunu bu akşam yaptık. daha sonra bu posterin olduğu haliyle internete konması ve herkesin istediği ekleme ve çıkarmaları ortak dosya üzerinde yapması ile bir hafta içinde yeni bir poster ortaya çıkacak diye konuştuk. ve gelecek hafta bugün, bir kolektif üretim deneyi gerçekleştirmeyi kararlaştırdık. konusu "boşluğu hapsetmek". malzemeleri katılımcılar getiriyor. ve herkes sıra ile ortak bir nesne üzerinde bir ekleme-eksiltme yapıyor. süreç, umuldu ki, kimsenin daha fazla ekleme ya da eksiltme yapmadığı bir tam tur atılana kadar devam ediyor. haftaya perşembe 12:30-14:30 arasında, kırtasiyenin orda, izlemek isteyenler gelsin. daha sonra bu ürün sergi alanında kalacak ve okuldaki diğer insanların müdahalelerine açılacak (müdahale etmek isteyen gelsin). bu kolektif üretim sürecinin de bir tür konsensüs tasarımı olduğu savunuldu. bu fikir bana da ilginç geldi. tartışılabilir.. üzerinde düşünmek lazım.
işin deneyim boyutunda, yataylık, hiyerarşilerin zayıflaması ve aşağıdan yukarı örgütlenmeler, bizim organizasyon kültürümüzde artık daha fazla yer bulması gereken pratikler diye düşünüyorum ben. bu, öğrenciye kazandırmak istediğimiz özgüveni, onlara pek de kazandıramadığımız sorumluluk duygusu ile birleştirmemizi sağlayabilir. ayrıca katılımın ve şeffaflığın yöntemlerini öğrenmeli ve benimsemeliyiz diye de düşünüyorum.
10 Nisan 2012 Salı
makale sıkıntısı
20 martta şöyle yazmışım:
"""doktorasını bitirmiş gibi görünen arkadaşlar görüyordum. hala görüyorum. bu arkadaşlar doktora bitiyor diye sevinmiyorlar, daha ziyade daha yapılacak bir takım belirsiz işler kaldığından sözedip yakınıyorlardı: savunmalar, kırtasiye, düzeltmeler ve makaleler. yani o kadar tez yazılmış, projeler yapılmış, yayınlar yapılmış, tüm bunların ardından bir iki sayfa tutacak kadar düzeltme, 3-5 sayfa kırtasiye ve 10-15 sayfalık bir makale niye böyle sıkıntı veriyor onu, hah onu o noktalara yaklaşınca anlıyorsun. 3 aydır bir makale yazayım diye konsantre olmaya çalışıyorum. başına oturunca içim sıkılıyor. yazılmış kısımlardan kesip biçeyim diyorum. daha da içim sıkılıyor. hiç bir parçayı hiç bir parçaya uyuşturamıyorum. metni olduğu gibi kullanamıyorum. yeni metin de yazamıyorum. hangi dergiye yollayacağıma da karar veremiyorum. sorarlarsa geçiştiriyorum. doktora metnim bütün halinde baya anlamlı geliyor. 3-4 ay sonra yeniden göz attım. hala anlamlı geliyor. ama şurasından burasından çıkacak bir makale halinde anlamsız geliyor. yeni projelere geçmek istiyorum. doktora ölsün istiyorum.
(neyse, en azından hava çok güzel, çıkıp yürümek ya da şezlonga uzanmak mümkün.)"""
şimdi şöyle ekleyebilirim:
bir takım taslaklar çıkardım. bazı dergiler seçtim. vaktim olsa galiba yazıp göndereceğim.
"""doktorasını bitirmiş gibi görünen arkadaşlar görüyordum. hala görüyorum. bu arkadaşlar doktora bitiyor diye sevinmiyorlar, daha ziyade daha yapılacak bir takım belirsiz işler kaldığından sözedip yakınıyorlardı: savunmalar, kırtasiye, düzeltmeler ve makaleler. yani o kadar tez yazılmış, projeler yapılmış, yayınlar yapılmış, tüm bunların ardından bir iki sayfa tutacak kadar düzeltme, 3-5 sayfa kırtasiye ve 10-15 sayfalık bir makale niye böyle sıkıntı veriyor onu, hah onu o noktalara yaklaşınca anlıyorsun. 3 aydır bir makale yazayım diye konsantre olmaya çalışıyorum. başına oturunca içim sıkılıyor. yazılmış kısımlardan kesip biçeyim diyorum. daha da içim sıkılıyor. hiç bir parçayı hiç bir parçaya uyuşturamıyorum. metni olduğu gibi kullanamıyorum. yeni metin de yazamıyorum. hangi dergiye yollayacağıma da karar veremiyorum. sorarlarsa geçiştiriyorum. doktora metnim bütün halinde baya anlamlı geliyor. 3-4 ay sonra yeniden göz attım. hala anlamlı geliyor. ama şurasından burasından çıkacak bir makale halinde anlamsız geliyor. yeni projelere geçmek istiyorum. doktora ölsün istiyorum.
(neyse, en azından hava çok güzel, çıkıp yürümek ya da şezlonga uzanmak mümkün.)"""
şimdi şöyle ekleyebilirim:
bir takım taslaklar çıkardım. bazı dergiler seçtim. vaktim olsa galiba yazıp göndereceğim.
okumayan entelektüel
AA'den bir doktora öğrencisiyle sohbet ettik kısaca. tezini tasarım üzerinden yapıyormuş: research-by-design. böyle bir yaklaşımda insan araştırmacılığı kendi tasarımcı tavrı ve becerilerinin doğal bir uzantısı olarak kurgulayabilir diye konuştuk. öbür yanda, biz, tasarımcılıktan çok farklı kafa yapılarına ve yöntemler ailelerine adapte olmak durumunda kaldık tezlerimizi yaparken. buraya kadar herşey research-by-design'ı haklı çıkarıyor gibi. ama o noktada dedi ki, konuştuğumuz kişi, lisansta fazla metin okumuyorsun, yüksek lisansta da okumuyorsun, ondan sonra birden böyle doktorada okumaya başlamak da olmuyor, o yüzden de iyi research-by-design. hmm, orda bir durdum işte içimden.
bu aralar entelektüellik üzerine düşündüm ve acaba bazı insanların mesleği mi entelektüellik? entelektüel disiplinler mi var, mesela felsefe, siyaset bilimi, tarih gibi? ve bazı disiplinlerin entelektüellik gerektiren alt alanları mı var, mimarlıktaki history-theory-criticism alanı gibi? ve onun dışındaki çalışma alanları, mesela mimarlık, mimari tasarım yani, o da ayrı bi iş ve orda entelektüel olunması hem pratikte mümkün değil hem gerekli değil? ve mimarlık ortamındaki entelektüeller ya bu alt alanlarda çalışmaktalar ya da istisna teşkil etmekteler? yani gündelik faaliyetin mi seni entelektüel yapıyor? öyle bir alanda çalıştığın için mi entelektüel oluyorsun? öyle bir alanda tez yapmasan aslında derinlemesine okumayacak mısın mesela? mesleğin tez yapmak ya da puan toplamak olmasa?
ve ama bir alanın dar çerçevesi dahilinde, derinlemesine de okusaydın, entelektüel sayılabilecek miydin? farklı alanları kateden kapsamlı bir zihinsel birikim akla gelmiyor mu entelektüel denince?
öte tarafta yürekli'nin entelektüalizmi... ordaki zihinsel aktivite de son derece tasarıma has ve biçimsel olabiliyor, yazılıp çizilen bişey olmaktan uzakta ve yoğun bir okuma faaliyeti barındırmak durumunda değil. bir bakışla oldukça yüzeysel. kendine has, özensiz ve sığ bir tür entelektüellik: M-entelektüel (mimarın m'si) (ve tabi sanki-dikdörtgen günlerimiz. onu paketledim aslında koyayım kenarlar'a yakında.)
ve eskiden kitap okumak değerli idi. kendinden değerli görülürdü. şimdi mimarlığın akademik ortamında okumayı değerli ya da gerekli görmeyen insanlarla karşılaşıyorum. ama bir yandan da, mimarlığın aynı akademik ortamında, yoğun biçimde okuyan değerli arkadaşlarla da karşılaşıyorum. oh neyse.
bu aralar entelektüellik üzerine düşündüm ve acaba bazı insanların mesleği mi entelektüellik? entelektüel disiplinler mi var, mesela felsefe, siyaset bilimi, tarih gibi? ve bazı disiplinlerin entelektüellik gerektiren alt alanları mı var, mimarlıktaki history-theory-criticism alanı gibi? ve onun dışındaki çalışma alanları, mesela mimarlık, mimari tasarım yani, o da ayrı bi iş ve orda entelektüel olunması hem pratikte mümkün değil hem gerekli değil? ve mimarlık ortamındaki entelektüeller ya bu alt alanlarda çalışmaktalar ya da istisna teşkil etmekteler? yani gündelik faaliyetin mi seni entelektüel yapıyor? öyle bir alanda çalıştığın için mi entelektüel oluyorsun? öyle bir alanda tez yapmasan aslında derinlemesine okumayacak mısın mesela? mesleğin tez yapmak ya da puan toplamak olmasa?
ve ama bir alanın dar çerçevesi dahilinde, derinlemesine de okusaydın, entelektüel sayılabilecek miydin? farklı alanları kateden kapsamlı bir zihinsel birikim akla gelmiyor mu entelektüel denince?
öte tarafta yürekli'nin entelektüalizmi... ordaki zihinsel aktivite de son derece tasarıma has ve biçimsel olabiliyor, yazılıp çizilen bişey olmaktan uzakta ve yoğun bir okuma faaliyeti barındırmak durumunda değil. bir bakışla oldukça yüzeysel. kendine has, özensiz ve sığ bir tür entelektüellik: M-entelektüel (mimarın m'si) (ve tabi sanki-dikdörtgen günlerimiz. onu paketledim aslında koyayım kenarlar'a yakında.)
ve eskiden kitap okumak değerli idi. kendinden değerli görülürdü. şimdi mimarlığın akademik ortamında okumayı değerli ya da gerekli görmeyen insanlarla karşılaşıyorum. ama bir yandan da, mimarlığın aynı akademik ortamında, yoğun biçimde okuyan değerli arkadaşlarla da karşılaşıyorum. oh neyse.
8 Nisan 2012 Pazar
sıkıldım ama ilginç de bi yandan
aslında buraya pek bişey yazmak istemiyorum. içimden gelmiyor. ama enteresan şeyler de oluyor yani. kısaca p. diye andığımız protokol metninin fotokopileri gelmişti. sonra singapur'dan hollanda'ya erişmeye çalışan rudi sekreterlikten asıl asıl belgelerin kargoya teslim edildiği haberini aldı ise de bunun ikinci bir kargo mu yoksa içinde asılların bulunduğu sanılan ilk kargo mu olduğu konusundaki araştırmalarından sonuç alamayarak konunun kendisi için belirsiz kaldığını bana bildirdi. sağolsun sonuçta vakit ayırıp uğraşıyor. bence az şey değil. öte yandan holanda'daki danışman hocam asılların kargoya verildiğini düşünüyor ama asıllar buraya erişmiş değil. bu esnada kargo takip bilgileri mevcut olmadığından ya da bana henüz bildirilmediğinden bu kargonun o kargo mu olduğu, o kargo değilse şimdi nerde olduğu, protokolün bir kere daha belirsizliğe uçup uçmadığı da belirsiz. a! aslında protokol belirsizliğe düşmüş bile. ve her hocam benden tekrar tekrar tez taslağını istemeye devam ediyorlar. tekrar tekrar gönderiyorum. okuyacaklarmış. bir daha okuyacaklarında tekrar göndermek üzere gönderiyorum ben de yine.
17 Mart 2012 Cumartesi
açık kaynak
bir takım endüstri standardı programlar dururken ve aslında öğrencisinden profesyoneline, çoğunluk, bu programları, platformları, donanımları ve uygulamaları tercih etmekteyken ve aslında kendim de tüm bu program ve platformları kullanmayı bildiğim ve zaman zaman kullandığım halde.. peki neden açık kaynaklı program ve projelere öncelik veriyorum? neden onları çalışmak ve öğretmek bana daha heyecanlı geliyor?
bence bu politik ve ahlaki bir konu. açık kaynak sistemi paylaşma ve tamamlayıcılık ahlakının* büyük ölçeklerde uygulanmış ve işlerliği kanıtlanmış hali. rekabetçi ve eşitlikçi bir ekonominin yerini alabilecek bir tamamlayıcılık ekonomisinin mümkün olduğunu gösteriyor. insanlar paylaşmayı ve yararlı olmayı seviyorlar. bunun için büyük zahmetlere girmekten kaçınmıyorlar. başka bir dünya mümkün. başka bir dünya mevcut.
bence bu politik ve ahlaki bir konu. açık kaynak sistemi paylaşma ve tamamlayıcılık ahlakının* büyük ölçeklerde uygulanmış ve işlerliği kanıtlanmış hali. rekabetçi ve eşitlikçi bir ekonominin yerini alabilecek bir tamamlayıcılık ekonomisinin mümkün olduğunu gösteriyor. insanlar paylaşmayı ve yararlı olmayı seviyorlar. bunun için büyük zahmetlere girmekten kaçınmıyorlar. başka bir dünya mümkün. başka bir dünya mevcut.
* tamamlayıcılık etiği başlığı için bkz. murray bookchin, özgürlüğün ekolojisi
15 Mart 2012 Perşembe
haber
rudi protokolü buldurmuş. bana postalatmış. bugün dekan sekreterine gelmiş. kutusunu açtım. sayfalar karton bir kap içindeydi. iki adet kopya, bir türkçe, bir ingilizce. kopyalar fotokopiydi. fotokopi. renkli ama... !!!??? ... hayır belgeler fotokopiydi ve öbür üniversitenin rektörü protokolü imzalamamıştı (ünlem) (nokta)
etkilenmedim.
(doktoranın içeriğiyle ve diğer projeler ve çalışmalarla ve bütün diğer konularla ilgili yazmaya başlasam artık.)
etkilenmedim.
(doktoranın içeriğiyle ve diğer projeler ve çalışmalarla ve bütün diğer konularla ilgili yazmaya başlasam artık.)
13 Mart 2012 Salı
doktorayı kafamda bitirdim
hayal meyal hatırladığım bir ortak doktora yürütücülüğü protokolü eski zamanlarda başka bir ülkeye uçmuştu. öğrendim ki kendisi orada bir şekilde kendini imzalatmış. gerçi daha önce de bir bilgisayarda görüldüğü haberi gelmişti. bir bilgisayarda tespit edilmişti. ama yakalanamamıştı. şimdi öğrendim ki bana gönderilmesi gereken kopyalar kayıpmış. bunu bana rudi yazdı. rudi singapur'da. protokol hollanda'da. kopyaları hiç bir yerde. ben istanbul'dayım. allah da hiç bir yerde. doktorayı da koltuğunun altına sıkıştırmış. oturuyorlarmış birlikte. bari okusaydı diyorum taslağı. doktoramı hayku formatında kabul etmezlerse KYNIK formatında teslim edeceğim. çünkü onu kimseye kabul ettirmek gerekmiyor. yazıyorsun, sonra bir kuyuya atıyorsun. yazın yazdığımız ve sunduğumuz bildirileri buraya koyacağım. yeni girişmekte olduğumuz projelerden bahsedeceğim. yazmasaydı çıldıracak olan o insan benim, benim yazmaya ihtiyacım var.
12 Mart 2012 Pazartesi
mutedil belirsizlik
stüdyoya gideceğim. biraz sıkılıp biraz eğleneceğim.
stüdyodan geldim. biraz sıkıldım biraz eğlendim.
stüdyodan geldim. biraz sıkıldım biraz eğlendim.
19 Aralık 2011 Pazartesi
ödül
çalkantılı, bol inişli çıkışlı zamanlar... sonra tuhaf bir biçimde sabırla beklediğim ödül töreninde ardı ardına bizim stüdyonun öğrencileri ödül almaya çıktılar. geçen yılki öğrencilerimiz o stüdyoda yaptıkları işlerle toplam dört ödül aldılar. alkışlandılar. alkışladık. koltuklarımız kabardı. herşey o kadar boşa değil. belki de yeniden güven duymaya başlamam lazım.. bir takım şeylere..
28 Kasım 2011 Pazartesi
sonuç olarak: ilginç bir tecrübeler yığınıydı. ama tavsiye etmiyorum.
bir seri haber var, özetle: (1) doktoramın taslağını yazdım. (2) güzel oldu. (3) hocalarıma yolladım, cevap beklemeye başladım. (4) bir hafta içinde omuz ve sırt ağrılarım geçti. (5) o ara bildiriler sunuldu, yeni bildiriler toparlandı, makaleler için kafalar toplanmaya başlandı, bekleyen projelere girişildi, stüdyo bir şekilde yürüdü vd. (6) sanki bir haznede yavaş yavaş biriken bir cismin tamamını tüketmişim gibi hissediyorum, hiç gücüm yok, yavaş yavaş gücüm yerine gelecek ve belki sürüklenmekten öte bir şeyler yapmaya yeniden başlayabileceğim diye umuyorum.
geriye dönüp bakıyorum, tabii daha bitmiş değil, daha yapılması gereken çok şey var, bir seri eşik daha var, sorunlar çıkacaktır. ama, geriye dönüp bakıyorum, bu doktora sürecinde yapmam gereken her şeyi gayet güzel yapmışım gibi duruyor. giriştiğim işlerin hepsini bir yere ulaştırmışım, hepsi olmuş gibi görünüyor. hatta.. işin başındaki beklentilerimi epiy aşan bir seviyede... [başarı! :)]
yayınlar, projeler, metnin kendisi gibi somut ürünler bir yana, hesaplamalı mimarlık konuları gibi daha önce hiç bilmediğim bir alana geçiş yaptım ve iyi kötü bu alanın temel meselelerini anlamaya başladım. programlama öğrendim ve yeni bir araç setine kendimi açtım... bir de.. doktora seni şurdan alıp başka bir noktaya kadar taşıyan bir süreç. artık niye doktor ünvanını aldıktan sonra akademisyenden sayılıyor insan, onu biliyorum. mesele basitçe bir konuda uzmanlaşmaktan ibaret değil. hatta belki de uzmanlaşma meselesi değil. doktora süreci insanı çalıştığı alanın akademik ortamıyla ilgili eğitiyor; o alandaki araştırma, eğitim ve yayın tavırları ve de akademik ortamla ilgili iyi bir giriş yapıyorsun.. insan akademik oluyor.
burdan bakınca, 'peki' diyorum, 'madem her şey yolundaymış ve oluyor gidiyormuş, ben niye kendimi sıkıntıda ve düşüşlerde hissetmekteymişim?'
bir takım cevaplarım var bu sorulara.. bi kere, ben daha önce hiç zora gelmemişim. her şeyi çok kolay yapmaya ya da kolayca altından kalkacağım işlere girişmeye alışmışım. başaramamak gibi bir tecrübem olmamış. uzun soluklu zor bir süreçte yılmadan çalışıp bir hedefe erişmek gibi bir tecrübem de olmamış. bu tecrübe beni sarstı. başarısızlık tecrübesi. başarısızlıklara rağmen o konuda çalışmaya devam etmen gerekiyor, 'tamam bunu beceremiyorum' ya da 'bu kadar oldu' deyip bir kenara kaçamıyorsun. devam ediyorsun. sonra oluyor. iyi oluyor. bir şeyler öğreniyorsun. daha iyisini yapıyorsun. iyi bir şeyler yapmak için yolda düşüp kalkmayı göze alman gerekiyor. hayır bunu zaten bildiğimi sanıyordum. ama 3-4 aylık süreçlerde bu tecrübe farklı yaşanıyor.. 5-6 yıllık bir süreçte meselenin rengi değişiyor.
bir de.. kendini diğer insanların değerlendirmelerine açmak.. o da zor bir deneyim.. sürekli değerlendiriliyorsun. sürekli bir takım mevkilerde bulunan bir takım insanlardan bir şeyler talep ediyorsun, sürekli başvurudasın, ricacısın, sürekli değerlendirme altındasın... hem araştırmacı hem de araştırmacı-dışı şahsiyetini ve de beklentilerini sürekli başkalarının değerlendirmelerine açmışsın... diğer insanların değerlendirmelerine açıldığında.. onlar da yaptığın işleri ya da ortaya koyduğun önerileri beğeniyorlar ya da beğenmiyorlar. kendi koyduğun eşiklerle mücadele etmek daha kolay ama başarı çıtanı da bir takım başka insanlar belirliyorsa...
18 Ekim 2011 Salı
bir süre
doktorama
ciddi biçimde eğilmeye başlamıştım. bu çok yönlü bir süreçti. araştırmacı şahsiyetim şişmeye başlamıştı. stüdyoda inisiyatif alıyordum bu da yığınla soru üretiyordu. okuldaki varlığım hayatımın geri kalanını işgal
edip öne çıkmaya başlamıştı. gençlik bitmişti. çalışan bir insan
olmuştum. çok çalışıp güzel bir doktora yapacaktım. böyle bir şeyler... sonra bu blogu tutmaya başladım.
belki artık ayrı bir araştırmacı şahsiyet de anlamlı değil... yani böyle ayrımların falan da pek heyecanı anlamı kalmadı. onur da nizam oldu zaten. iyi oldu. memur olmak, düzenli iş, öğrenciden hoca tarafına geçmek, velhasıl hayatımda bir dönem anlamlı ve belki zorlu olmuş olan geçişler de anlamını yitirdi.. öyle işte, artık bir fevkaladeliği yok... araştırmacı olma fikri de pek beni heyecanlandırmıyor artık. iyi tabii, yapmak lazım.. biraz ondan biraz bundan... biraz tasarım biraz araştırma biraz eğitim.. hiçbiri de pek öyle fevkalade anlamlar edinmeden.. o da bir denge bulacak belki.. sanki öyle fevkaladelikler ortadan kalksa ben de daha iyi olacağım...
stüdyoda doktorada ya da tasarımda işlerin neden başka türlü değil de böyle olmakta olduğunu açıklamaya gelince herkesi susturup konuşmaya geçebiliyorum. söylediklerim bana geçerli de geliyor. açıklamalar anlamlı geliyor. nasıl olup başka türlü olacağına ilişkin de öngörülerim var ama hepsi de bizi aşıyor gerekli eylemlerin.. artık daha ziyade...
tamam tüm bunlar değerli tecrübelerdi.. biraz aptallık, biraz hırs, biraz arzu bunlar hep insanı değerli hatalara sürüklüyor. öğretici girişimlere.. sonra tabii sonuçta ortaya çok anlamlı bişey çıkmayabiliyor.. insan öğreniyor işte...
doktoram bitmemiş olmakla birlikte benim için ilgili düğümler çözüldü. sürecin acısını tatlısını, tabi daha çok acısını üzüntüsünü, epiyce buraya döktüm. aslında çok keyifli anlar da yaşamaktaydım... güzel fikirlerin birbirini tamamladığı, düğümlerin çözüldüğü, güzel haberlerin geldiği, yeni şeyler öğrenmeye kendimi kaptırdığım anlar... uğraştığım her konu bana ilginç geliyor sanki... her neyse.. buraya ürünlerimle, içerikle ilgili de yeterince materyal koymadım.. ama her şey bir ölçüde bulanık ve havada idi.. henüz bir yere varmış bulunmayan yığınla proje ve grafik var.. illa gerekirse onun için başka bir blogum var. kullanmadığım.. gerekirse oraya da koyabilirim en sonunda olup bitmiş olanları.. belki yeni projeleri de...
bu tip kararlara pek güvenmiyorum. sonuçta insan... yani anlık biraz... sonra gün gelir... orda dersin.. orası iyiydi.. daha yazılacaklar var... bir süre ama...
belki artık ayrı bir araştırmacı şahsiyet de anlamlı değil... yani böyle ayrımların falan da pek heyecanı anlamı kalmadı. onur da nizam oldu zaten. iyi oldu. memur olmak, düzenli iş, öğrenciden hoca tarafına geçmek, velhasıl hayatımda bir dönem anlamlı ve belki zorlu olmuş olan geçişler de anlamını yitirdi.. öyle işte, artık bir fevkaladeliği yok... araştırmacı olma fikri de pek beni heyecanlandırmıyor artık. iyi tabii, yapmak lazım.. biraz ondan biraz bundan... biraz tasarım biraz araştırma biraz eğitim.. hiçbiri de pek öyle fevkalade anlamlar edinmeden.. o da bir denge bulacak belki.. sanki öyle fevkaladelikler ortadan kalksa ben de daha iyi olacağım...
stüdyoda doktorada ya da tasarımda işlerin neden başka türlü değil de böyle olmakta olduğunu açıklamaya gelince herkesi susturup konuşmaya geçebiliyorum. söylediklerim bana geçerli de geliyor. açıklamalar anlamlı geliyor. nasıl olup başka türlü olacağına ilişkin de öngörülerim var ama hepsi de bizi aşıyor gerekli eylemlerin.. artık daha ziyade...
tamam tüm bunlar değerli tecrübelerdi.. biraz aptallık, biraz hırs, biraz arzu bunlar hep insanı değerli hatalara sürüklüyor. öğretici girişimlere.. sonra tabii sonuçta ortaya çok anlamlı bişey çıkmayabiliyor.. insan öğreniyor işte...
doktoram bitmemiş olmakla birlikte benim için ilgili düğümler çözüldü. sürecin acısını tatlısını, tabi daha çok acısını üzüntüsünü, epiyce buraya döktüm. aslında çok keyifli anlar da yaşamaktaydım... güzel fikirlerin birbirini tamamladığı, düğümlerin çözüldüğü, güzel haberlerin geldiği, yeni şeyler öğrenmeye kendimi kaptırdığım anlar... uğraştığım her konu bana ilginç geliyor sanki... her neyse.. buraya ürünlerimle, içerikle ilgili de yeterince materyal koymadım.. ama her şey bir ölçüde bulanık ve havada idi.. henüz bir yere varmış bulunmayan yığınla proje ve grafik var.. illa gerekirse onun için başka bir blogum var. kullanmadığım.. gerekirse oraya da koyabilirim en sonunda olup bitmiş olanları.. belki yeni projeleri de...
bu tip kararlara pek güvenmiyorum. sonuçta insan... yani anlık biraz... sonra gün gelir... orda dersin.. orası iyiydi.. daha yazılacaklar var... bir süre ama...
17 Ekim 2011 Pazartesi
okulu şey
bu böyle olmayacak. odaklanamıyorum. bir haftalık işi yapıp metnimi bitiremiyorum. uzuyor. bir çare bulmam lazım. okulu... okulu şey.. dilim varmıyor ama.. metni de bitirmem lazım. okul da bir yere gitmiyor zaten.. her zamanki..
12 Ekim 2011 Çarşamba
aşması
elle tutulabilir, dokunulabilir ve sürtünülebilir dosyaları raflardan kutulara veya koridorlara aktarırken elle tutulamayan, dokunulamayan ve sürtünülemeyen dosyaları da harddisklerden flaş belleklere ve ordan da başka harddisklere aktarmaktaydım. neyin nerde olduğu belli değil. hangi kopyanın en yenisi olduğu, nerdeki hangi klasörün en güncel durumu barındırdığı belli değil. arşivim bir seri çatala ayrılmış, sonra bu çatallar farklı noktalarda yeniden melezleniyor, ana klasörün içindeki bu klasörü şurdaki şu klasörden aktarıyorum ama öbür klasörü şu tarihte yedeklenmiş bu klasörden aktarmışım, her yerde herşey var mı, birbiriyle uyumlu mu, tüm bu versiyonların hepsi günün birinde birden lazım olacak olan o dosyayı içeriyor mu...
tek bir bilgisayarla ve yedeklemek için de dvd'ler ile çalışırken enformasyon hala kontrol altında tutulabiliyordu. organize edilebiliyordu. ben de inançla her şeyi kontrol altında tutuyordum. bir düzenim vardı.
şimdi çeşit çeşit bilgisayar, depolama aygıtı ve internet ortamında paralel biçimde çalıştığımız ve afallatıcı boyutta bir enformasyon akıntısının kenarında tutunmaya uğraştığımız bu günlerde, işleri kontrol altında tutmaya adanmış o gülünç düzen arşivimde sürekli karşıma çıkıyor. ama gelip geçen enformasyon miktar olarak bir kritik eşiği geçtikten sonra organize edilmeye dirençli hale geliyor. orda ucunu bırakıyoruz. ucunu bıraktığımız an.
tek bir bilgisayarla ve yedeklemek için de dvd'ler ile çalışırken enformasyon hala kontrol altında tutulabiliyordu. organize edilebiliyordu. ben de inançla her şeyi kontrol altında tutuyordum. bir düzenim vardı.
şimdi çeşit çeşit bilgisayar, depolama aygıtı ve internet ortamında paralel biçimde çalıştığımız ve afallatıcı boyutta bir enformasyon akıntısının kenarında tutunmaya uğraştığımız bu günlerde, işleri kontrol altında tutmaya adanmış o gülünç düzen arşivimde sürekli karşıma çıkıyor. ama gelip geçen enformasyon miktar olarak bir kritik eşiği geçtikten sonra organize edilmeye dirençli hale geliyor. orda ucunu bırakıyoruz. ucunu bıraktığımız an.
8 Ekim 2011 Cumartesi
hasar tespit
yokolan dosyalar, fotoğraflar ve belgeler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. yani ortaya çıkmayacakları ortaya çıkıyor... günümün önemli bir kısmını mühim belgeleri 4 ayrı cihaza kopyalamakla geçirdim. şimdi de en önemli ve güncel olanları dropbox'a atıyorum. yaraları sarıyoruz. deadline 10 ekim imiş. çalışıyoruz. iki küçük projem daha var. haftasonumu bunlara ayırdım. ve tabii çiçekleri sulamak, çamaşırları yıkayıp sermek, haftalık yoğurt yapımı, sportif faaliyetler... üretmek insanı kurtarıyor. sonra tez falan...
7 Ekim 2011 Cuma
çalışamıyoruz
kafamızı elimize yaslamış duruyoruz, neden böyle oldu? bir suçlu aramaya başlayayım artık, kendimden başka... harddisk'im kurtarılamayacak şekilde harab olmuş gibi. ama niye? aslında güzel güzel oturup bir infografik yapacaktım. pek keyifli olacaktı bu. oldu mu bu peki şimdi? aslında ilgili klasörü kurtarmaya çalıştığım süre zarfında kaybolan çalışmaları yeniden yapıp işi yetiştirebilirdim. ama bilgisayarı da kurtarmam lazım. n'apsam? hiç bu ölçüde kambur durmamıştım. aslında ne kadar önemsiz. neden böyle? ıvır zıvır işlere dertlenmeyi bırakıp iyi yanlarına odaklanmam lazım iyi şeylere. iyi şeyler. omzum ağrıyor. kafamı hafif sağa doğru döndürüp düzeltmem lazım. her şeyde bir bulanıklık var. bir zaman, bir şey, şeyolmuştu, şeydi.. işte neyse neydi. bana "hiç bir şeyi hatırlamıyorsun" diyen arkadaşlarım var. hatırlamak bir çaba gerektiriyor. önce hafızaya kaydetmek ve sonra onu hafızadan geri çağırmak için... biraz enerjin olması lazım. ilk başta biraz tetikte olmak sonra bir enerji harcamak lazım.. olmadı ama. bişeyler. kendimi aylarca önce bir haftamı yiyen monitör sorunuyla yeniden başbaşa buluyorum. ve meseleyi nasıl çözdüğümü hatırlamıyorum. aslında işler iyi gidiyordu. yayın ise eğer, bi kaç ay içinde 4 bildiri bir öz ürettik, yenileri de yolda. tez ise, yazıyorum işte, iyi kötü oluyor. iş ise, yapıyoruz işte, gayet güzel oluyor gidiyor. tasarım ise, onu da bırakmadık tutuyoruz ucundan. hayaller ve planlar ise, onlar da var, eksiğimiz yok. hayattan beklentiler ise, onlar da var, bitmiş değil. neden böyle oldu? işler iyi gidiyor. ama işler iyi değil. ne oldu bir anlasam. araştırmacının cevapları yok. bünyenin var. biliyorum ne olup ne bittiğini aslında. nasıl olduğunu da biliyorum. orası hiç bulanık değil. ama araştırmacı isyanda. işine bakmak istemek. bakamamak edememek. neyse, el yordamıyla harddisk'i kurtarmak. bilgisayarı formatlamak... belki öyle ya da böyle çözeceğimi bildiğim için ıvır zıvır meselelerle bu kadar dertleniyorumdur. kolay rakip çünkü. çözemeyebileceğin konularla boğuşurken o kadar cevval olamıyorsun..yüzüne korku ve yılgınlık yerleşiyor. herneyse sonuçta xorg.conf siliniyor ve panning hanesi de boşaltılıp düğmesine basılıyor. ben yatayım.
5 Ekim 2011 Çarşamba
çalışıyoruz
bir düşüş bir bölüm, bir yıkıntı bir bölüm, bir çöküş bir bölüm...
[tam tempomu rayına oturtuyorum ve epiy iş çıkarıyorum, sonra sabah kalkıyorum ve desktop'um açılmıyor. bir sabah kalkıyorsun ki yok... neyse ki gece yatmadan son çalıştığım dosyayı internete yedeklemişim..
tamam canım sıkıldı tabii şimdi bu meseleyi çözmek lazım nası yapacağımı da bilmiyorum.. neyse 3 bilgisayarım daha var (bkz. çılgınca donanıyorum). nazik bir downgrading ile bilgisayarları çökerte çökerte epiy dayanabilirim. bugün bunu üstümden atabilirsem bir bölümüm daha olacak. ama ı-ıh atamayacağım gibi.]
[tam tempomu rayına oturtuyorum ve epiy iş çıkarıyorum, sonra sabah kalkıyorum ve desktop'um açılmıyor. bir sabah kalkıyorsun ki yok... neyse ki gece yatmadan son çalıştığım dosyayı internete yedeklemişim..
tamam canım sıkıldı tabii şimdi bu meseleyi çözmek lazım nası yapacağımı da bilmiyorum.. neyse 3 bilgisayarım daha var (bkz. çılgınca donanıyorum). nazik bir downgrading ile bilgisayarları çökerte çökerte epiy dayanabilirim. bugün bunu üstümden atabilirsem bir bölümüm daha olacak. ama ı-ıh atamayacağım gibi.]
2 Ekim 2011 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)