14 Nisan 2009 Salı

saygın | venerable

stüdyoda ayar vermekte, azar çekmekte, bağırıp çağırmakta hep tatsız bir durum var, başkaları bunu yaptığında seyrediyorum, iyi olmuyor, kendim yaptığımda pişman oluyorum, iyi etmedim, yapmasaydım diyorum ama o bir an geliyor patlıyorsun.. bakıyorsun işte haklı sebeplere, kızgınlıklara, olayla ilgisiz birikintilere, başka dertlerden ötürü gergin olmaklara, ya da doğrudan stüdyoyla ilgili olan beklentilerine, bazen bu beklentilerin fazlalık ve haksızlıklarına, bazen de indirdiğin çıtalara rağmen indirmeklere doyamadığın çıtalara rağmen hala daha o öğrenci grubunun kolektif adiliğine iğrençliğine duyarsızlığına fenalığına samimiyetsizliğine, bunlar aynı öğrenci grubu mu az önce senin göğsünü kabartan aynı öğrenci gurubu mu, sen aynı adam mısın az önce bunlarla biraz güzel ve olabildiğince artık ne kadar olabilirse samimi bir iletişim kurmaya yönelmiş olan aynı adam mısın hiyerarşiyi kullanarak onlara bağırıp çağırıyorsun birşey diyemiyorlar haksız olmakları durumunda da diyemiyorlar o kadar haksız olmayabilecekleri durumda da, bir lise hocasını hortlatıyorsun.. bu konuda daha çok ve daha derli toplu yazmak gerek, ama etkileniyor insan.. stüdyoda ayar vermek, azar çekmek ve bağırıp çağırmaklar. tatsız. etkili de değil. yapmasamdı daha iyiydi diyorsun. ama olaylarda da, olaylarda da bir tatsızlık var. sen hiyerarşik konumuna dayanıyorsun, biraz da yaşlı olmana ve kelimeleri daha bir oturaklı kullanabiliyor olmana ve arkanda gizli kalmış bir birikimin bulunması olasılığına.. onlar da belaltından vuruyorlar, herkesin kendi taktikleri var bu düzende, sen konumundan ötürü ve zaten hep haklı sayılmandan ve haklı olmak üzere yıllarca kendini geliştirmiş oluşundan ötürü açıklığın taktiklerine daha fazla başvurabilmek ayrıcalığına sahipsin, onlar ama savunmasız değiller, başta en önemli taktik olan eylemsizlik, sonra kaytarmacılık, sonra hazır ve nazır düşüncesizlik, sorumsuzluk, sonra var işte başka belaltından vurmaklar, onları hemen hatırlatıyorlar, sen bazen tutup da ilkeli davranıyorsun o da ilkesiz bir saygısızlığı isim kullanmadan yayıyor, sana saygı duymuyor, duymayabilir, bunu dışavuruyor, evet yapabilir, engelleyebilseydim engellerdim galiba, o ayrı, tatsız çünkü. ama engelleyemezsin, onun ne yaptığına bakamayacaksın, kendi yaptığına tekrar baksan bu bile iyidir, bakıyorsun... saygın kalmak için aşırı bir özenle üstüne titrenen bir mesafeli nezaket kılıfını geride bırakmak riskini alacaksın. mükemmel olamayacaksın bu yaştan sonra. herkesle iyi geçinmek ve herkes tarafından sevilmek ve sayılmak ise, zaten bu senin açından ciddiye alınabilir bir hedef değil.

there’s always something unpleasant, when you reprimand, reproof, admonish, or shout at the students. i watch it when the others do, it is not nice. and when i do it myself, i regret it. a time comes, and you burst out! it has reasons, you have reasons, sometimes wrong ones, and sometimes completely unrelated... but sometimes it is to the collective meanness, baseness, inconsiderateness... are these the same group of people, just the minute before made you proud? are you the same man, you were open and sincere and leveled with them? now you get to use your hierarchical position to yell at them. and they just cannot say anything, not because they think that they’re wrong. you say i’d better not do this. nevertheless they’re not altogether defenseless; first they have inertia, and they shirk, and they are easy with irresponsibility, and they have other low tactics. indeed they are forced to this baseness. ‘cause you already invade the high ground and attack from up above. they may not be respecting you. and they sometimes express it. if you could, you might prevent this. ‘cause it’s unpleasant. you cannot constantly look at what they do. if ever you could look at what you have done, it’s enough. you can’t be perfect after this age. to be loved and respected by everyone is not a rational goal for you.

8 yorum:

knrdn dedi ki...

ama herkes tarafından sevilen hatta sayılan insanlar var gibi?

gonulsuz arastirmaci dedi ki...

benim için anlaşılabilir bir durum değil.. görüyorum onları. nasıl oluyor ama bilmiyorum. zaten asıl dert o değil: pürüzsüz bir saygınlık imgesine, bir yüceltilmiş "ben"e tutkuyla bağlılık sorun. bu aşırı imgeyi herkes için geçerli kılmak mümkün değil, o yüzden kendin de daha makul bir ben imgesine geçiş yapmalısın. (yap bunu, mümkünse)

kenardan:: dedi ki...

berkitilmiş savunmalar için son bir çıta indirimi? (inmemiş, inmiyor?)

Adsız dedi ki...

bence "saygı" sözlüklerden çıkarılmayı hakedecek kadar anlamsız bi sözcük...

- saygılı olmak nedir yani? saygısız olmak nedir? nedir yani bu saygı? bilen var mı? bi de mesela nasıl "gösteriliyo"? niye sevgiden farklı, farklı mı? ayıp mı oluyo büyükleri sevmek? hep küçükler mi seviliyo da büyüklerin payına düşen ne oluyo? başeğme gibi bişey mi bu? itaat gibi bişey mi? sorgulamadan gelen mutlak kabul mu bu, bu ne bu? hangi mevkiye gösteriliyo bu, hangi yaşa? hangi düşünceye? saygı duyunca n'oluyo? tartışılmaz bi konum mu biçiliyo? bu kötü bi şey deil mi? evet, bu kötü bişey... o zaman neden saygı var? tartışılmazlar olduğu için mi? itaat'in kibarcası mı bu saygı o zaman? öyle gibi...?

gönülsüz araştırmacı dedi ki...

bu konuda şimdi biraz düşünmem gerekti. saygı tabirini genelde "değer" verme anlamında kullanıyor idim. sık kullandığım şu cümledeki gibi: "kimseye peşinen saygı bahşetmemek gerek", ya da: "doğuştan bir saygısız olmak"... ama bir yandan da "birinin yaptığı bir takım şeylere/ortaya koyduklarına, sonra davranışlarında sergilediği ve uzun zamanlara tutarlı biçimde yayılan bir ahlaki 'integrity'ye (tabirin türkçesini bilen yazsın) insan saygı duyar" demek istiyordum... bir de bunların dışında şöyle birşey daha kurgulamak gerekirmiş gibi gelmişti: bir asgari saygı, insanlar arası ilişkilerde pragmatik sebeplerle yerinde kalması gereken (karşındaki insana bir özen ile yaklaşmak anlamında)... saygı, itaat ile eşanlamlı gibi düşünemiyorum.. insanlararası süreçlerde ihtiyaç duyduğumuz ve zaten içimizde bulduğumuz bir mekanizma gibi geliyor, sevgiden ayrı gibi.. kedim için sadece sevgi ve korku anlamında bir saygı var ama insanlar arasında skala daha zengin gibi değil mi?

Adsız dedi ki...

hmmm.. "özen" karşılığı hoş oldu doğrusu... "değer verme" de öyle... ama yine de saygı kelimesini "cümle içinde kullan"dığın zaman bu iki sözcükten ayrı onlara eklenen başka bi tını var... değeri zaten verilmiş/biçilmiş bir şey karşısında, o biçilen değerin kabulünü imliyor gibi. yani "peşinlik" kelimenin anlam dünyası içinden soyutlanamıyor... ayrıca çok ağır ve hantal bir kelime. totaliter rejimlerde top 10 listesinde ilk 3e aday olabilir -kullanılma sıklığı bakımından... (saygı duruşu, düşünceye saygı, makama saygı, kuruma saygı, üst'üne saygı) bak bunların yerini özen alamıyo, yada değer verme de alamıyo... yani saygı içerikten bağımsız bir form daha çok. ve saygı duyan açısından bir durağanlığı, hareketsizliği, suskunluğu, eylemsizliği imliyo...özenli olmak ve değer vermek ise bir eylemek, bi knowhow aynı zamanda. saygı bi pozisyon biçilmişe gösterilen, duyulan bişey... pasif duruş.

-kedilerin ne düşündüğünü ve hissettiğini bilmiyorum, bilmek de istemiyorum aslında. onların dünyaları onların olsa keşke. kim bilebilir ki hangimizin skalası ne kadar geniş? bizim ki de geniş mi acaba hakikaten yoksa sadece karmaşık mı olmalıyız onların sahibi konumumuzu kendimiz açısında meşru kılabilmek için? biz karmaşıkken herşey olduğundan daha basit... ama biz basit olsak işte o zaman herşey hakettiği kadar karmaşık olabilecek. gibigibi

gönülsüz araşt. dedi ki...

bu yazıdaki "saygı" tabiri bence de totaliter (ya da hiyerarşinin mevcut olduğu bütün) rejimlerdeki kullanımından tümüyle ayrışmış değil... bir refleks ile diğer anlamlarını öne çıkarıvermiş olmam "daha olumlu bir yaklaşım da olabilir ve saygı'yı çöpe atmamak için sebepler var" demeye geliyor galiba.. "saygısızlık" saygıyı talep edenler için sarsıcı ya da sinir bozucu oluyor... saygı gösterilmesini bekleyen ve talep eden, bir kurum olabilir, ya da pozisyonu üzerinden kendine saygı duyulmasını bekleyen bir stüdyo yürütücüsü (ya da bir lise öğretmeni ya da bir dekan) olabilir..
ama şöyle de düşünebiliriz: her insan saygı talep ediyor, ve bunda haklı. eşiği o zaman iyi ayarlamak lazım. ben saygınlıkla ilgili bir metincik yazmak üzre azmettirildiysem, içinden geçegeldiğim süreçler tarafından, bu oldukça kişisel bir mesele, insanın kendinle güreşegelmesiyle ilgili ve bir hiyerarşik arayıştan çok daha temeldeki birşeylerle de ilgisi var, işin o kısmını geride bırakmak için sebep var mı?

olric dedi ki...

bana kalırsa bu saygı duymak, yani saymak durumu kişinin karşı tarafı kendi dünyasına dahil etmesi, onun da anlamlı bir yeri olduğunu farketmesi ve kabul etmesi olarak açıklanabilir. saygıyı hiyerarşik olarak algılamaktansa ilişki kurucu, dahil edici, kaale alıcı, muhattap edici gibi kavramlarla birlikte düşünmek de aynı şekilde doğru olabilir. bu şekilde saygının sevgisiz olabileceği ama sevginin saygıyı da kapsadığı görülmektedir. öyleyse önce sevgi a dostlar..önce sevgi...lakin öğrencinin dünyasında öğretmen olarak bulunuyorsak sadece baş eğen bir saygıdan öteye gitmemesi normaldir heralde durumun. öğretici kavramı ve pozisyonunda sayılmışızdır çünkü..derin konu vallahi