16 Mart 2013 Cumartesi

işbirliğinin ilkeleri

şimdi bizim bu geride kalan atölyemizin adı "evolutionary collectivity" idi. bir yanı benim doktora çalışmamla doğrudan alakalıydı ama öbür yanı kolektif ve yatay üretme biçimleri üzerineydi. yataylık ve ortaklık / kolektivite, tasarımda çoğunlukla --her sade ve güzel niyet ve hedef gibi-- kötü bir uygulama ilkesine dönüşüyor; işlemiyor, ya da kötü işliyor. öte yandan yatay olmakla kafayı bozmayan türlü işbirlikleri / kolaborasyonlar ise her yerde mevcut; işliyorlar ve zaruriler. sonuçta, ahlaki ve politik açıdan daha istenir olsa da, hiyerarşisi azaltılmış katılımcı kolektivitenin işlediği durumlara nadiren rastlanıyor.

işin bir diğer yönü var: etkili işbirliği. yani ekipler nasıl kurulmalı ki etkili olabilsinler, iyi çalışıp ürün verebilsinler... bağlantılı bir soru, sadece en başarılı ve istidatlı failler ya da bu tip faillerin bir araya gelmesi mi iyi sonuç veriyordu yoksa içinde yer alınan ekibin terkibi mi? sorular önemli çünkü bir üretim ve öğrenme sürecine girdiğimizde harcadığımız kaynaklar sınırlı ve geri gelmeyebilirler, mesela işte harcadığımız zaman, yani sadece zaman da değil de, ömürden harcadığımız miktar.. enerji, motivasyon ve tüm diğer kaynaklar.. yani bunları pek öyle har vurup harman savuracak halimiz yok.. ve yine bir işe giriştiğimizde birlikte çalıştığımız herkesin tüm kaynaklarından da sorumlu olmaya başlıyoruz. stüdyo da böyle bir üretim alanı, ofis de böyle bir üretim alanı, ya da işte rekreatif üreticinin evdeki çalışma ortamı da böyle bir üretim alanı.. gecelere ve sabahlara kadar sürdürülen çalışmaların bazı yerlerinde insan kaçınılmaz olarak bunun düzgün bir sonucu olsa iyi olur gibi düşünceleri aklından daha fazla geçirmeye başlıyor.... o zaman soruyoruz, bir grup insanı üretken olmayı hedefleyerek bir araya getirirken 1. kimleri, hangi özelliklerine göre seçmeli? 2. onları bir araya nasıl getirmeli, yani nasıl bir işbölümü, nasıl bir görevler entegrasyonu, nasıl bir iletişim ve karar alma yapılanması?

bununla ilgili esasında, her ne kadar bir miktar spekülatif kalsa da, akademik kuram alanından gelen bazı genel öneriler var. daha önce de bazı entry'lerde yazmıştım, ekip üyelerinin birbirini destekleyip birbirine ilham verecek farklı özelliklere sahip olması iyi bir höristik olabilir. bu farklı özellikler karakter özellikleri olabilir, içinden gelinen ortamların farklılığı olabilir ve farklı alanlara ait uzmanların bir araya gelmesi de çok önemli görünüyor.. buna bir de aynı alanda olmakla beraber farklı uzmanlık düzeyinde olma durumunu ekleyelim, çok-uzmanlık ve az-uzmanlık.. farklı arka planlara sahip, farklı becerilere sahip, işin farklı yönlerini paylaşabilecek ve farklı karakterde bir grup insan... ama şimdi bunu cümle içinde kullanınca da insan dehşete düşüyor.. bu kadar benzemezi bir araya getirip onların iyi anlaşmasını nasıl sağlarsınız? yani ne ölçüde farklı? ne ölçüde çeşitli? ve kaç kişi?...

brian uzzi'nin başını çektiği bir ekip 2005 yılında bir araştırma yayınlamış (Guimera et al, 2005)*. broadway müzikallerini üreten ekiplerin yapısını bu ekiplerin içinde oluştuğu ağlar üzerinden incelemişler. aynı şekilde bazı akademik alanlarda yayın üreten ekiplerin ağ analizlerini de yapmışlar (sosyal psikoloji, ekonomi, ekoloji, astronomi). ortalama ekip büyüklüklerinin zaman içinde artışı, ekiplere katılan kişilerin tecrübeli ve kabul edilmiş kişiler olup olmaması, ekibe yeni gelen acemiler ve yeni gelen tecrübelilerin oranları gibi eğilimleri incelemek üzere modeller oluşturmuşlar ve eldeki gerçek veri ile modeli örtüştürmüşler. sonuç olarak, her bir disiplinin her bir değişken açısından kendi eğilimleri olmakla beraber, astronomi dışındaki disiplinler yeni gelen, acemi, tanıdık ve uzman katılımı açısından bir orta nokta yakalıyormuş. astronomide herkesin herkesi bildiği yoğun biçimde entegre bir ağ bulunduğu ve daha uzman olanların biraraya gelmesinin daha yüksek başarı sağladığı ortaya çıkmış. fakat diğer disiplinlerde ve broadwaycilik mesleğinde başarı sağlamak için orta düzeyde küçük clusterlara ayrışan, yani çok adalaşıp tümüyle dağılmayan ama çok da toparlanıp bütünleşmeyen orta düzeyde bağlı bir ağ yapısı oluştuğu, ekip kuruluşunda ise yeni gelenlerle birbirini tanıyanların, ustalarla acemilerin orta düzeylerde biraraya gelmesiyle yeniden karılan ekiplerin başarı şansının yüksek olduğu ortaya konmuş... ilginç bir sonuç ise şu, bireysel yetenekten ziyade, ekiplerin nasıl biraraya geldiği başarıda daha etkili oluyormuş. yani ancak birarada üretken oluyoruz ve nasıl biraraya geldiğimiz bireysel yetilerimizi dahi aşan bir önemde. sürekli birlikte çalışan kişiler, uzman dahi olsalar, ele alınan karmaşık ve yaratıcı alanlarda (astronomi ile karşılaştırınız) yeni ürünler üretemeyebiliyorlarmış, bu da sezgiye uygun aslında. yeni karşılaşmalar gerekiyor ama herkesin yeni olduğu herkesin yabancı olduğu bir durum da iyi işlemiyormuş.


insan tasarımın akademik alanında, stüdyoda, ofiste ve diğer çalışma pratiklerinde oluşan ekipler için nasıl bir ağ ve ekip yapısının elverişli olduğunu merak ediyor. metodoloji mevcut, böyle bir çalışma yapılmalı.. o zaman belki bir düzeyde bizim disiplinimiz açısından inbreeding sorusuna da bir yanıt oluşturabilirdik. ama bu yanıt yine de çok kestirme olamazdı. zira sadece ortama (ağa) kimlerin girip çıktığı hususu değil o ağ içinde kimlerin nasıl işbirliği içine girdikleri hususu da önemli.. ayrıca artık kimse sadece kendi dar dünyasında çalışmıyor, akademik alanlar için küçük-dünya (öbeklenmeler mevcut olsa da öbeklenmelerin birbirine iyi bağlandığı, dolayısıyla sınırlı sayıda bağ üzerinden en uzaktaki bireylere erişilebilen dünya) ve gizli-akademi (farklı enstitülerde olsalar da belirli bir disiplindeki akademisyenlerin birbirlerine bir ağ üzerinden iyi bağlandığı böylece tek bir akademik enstitü içindeymiş gibi olduğu durum) varsayımları gayet geçerli görünmekte. yani belirli bir enstitüde kimlerin bulunduğu işbirliklerinin tek belirleyicisi değil.

ayrıca insan mimarlık pratiğini düşünüyor. mimarlıkta bu akademik alanlara ve broadway'e kıyasla ekiplerin görece kalıcı olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. ofislerin hakim ve tecrübeli üyeleri nadiren değişir. daha az tecrübeli ve az söz sahibi üyeler ise sürekli sirkülasyon halindedir. mimarlığın ekip pratiğini bu şekilde stabilize etmesinin sebeplerini araştırmak ilginç olurdu. çok büyük ofisler tabi çok yüksek çalışan sirkülasyonuna sahipler ama onlarda bile yönetici pozisyonuna oturan kişilerin uzun yıllar sabit kalabildiğini görüyoruz ve bu kişiler bir tür pratik sürekliliğini de taşıyıp, sirküle eden elemanlara aktarıyorlar ya da dayatıyorlar. her ofisin kendi üretim kültürü ve biçimsel repertuvarı var ve bu, yüksek sirkülasyona rağmen, görece stabil tutulmaya çalışılıyor. öte yandan, yine bu büyük ofisler, her iş bazında o işte çalışacak ekipleri oluştururken ekipleri yeniden karıştırıyor olabilirler. bu konuyu da sosyal bilimler metodolojileri içinden çalışmak ilginç olabilirdi.

inbreeding tartışmasının ötesinde, daha detayda, üreten insanlar olarak, bir işi yürütmek üzere nasıl ekipler terkip etmemiz gerektiği konusunu boşvermemiz mümkün değil. kendi adıma bu sorunla hemen her gün karşılaşıyorum. giriştiğimiz her iş kolektif bir doğada ve çoğunlukla doğru ekipleri kuramıyoruz. gerçekten de iş yapmak başka, arkadaşlık başka. daha incelikli bir ifade şu olurdu: arkadaşlık, tanışıklık, iyi geçinmek üretken kolektiviteler üretmenin etkenlerinden sadece biri ve onun da bir dozajı var. ayarını tutturmak gerekiyor. ve o ayarın ilkeleri var mı? ve bu ilkeler ortaya konabilir nitelikte mi?




*Guimerà, Roger, Brian Uzzi, Jarrett Spiro, and Luís A. Nunes Amaral. “Team Assembly Mechanisms Determine Collaboration Network Structure and Team Performance.” Science 308, no. 5722 (April 29, 2005): 697–702. doi:10.1126/science.1106340.
** şu video izlenirse sosyal bilimler alanındaki araştırmaların bizim çalışma alanlarımızla ilgili kafa yormalarımıza nasıl katkı yapacağıyla ilgili bir fikir edinilebilir..
** bu tip linkler emrah göker'in istifhanesi'nden geliyor. çok istifade ediyorum, hararetle tavsiye ederim, takip ediniz.



Hiç yorum yok: