27 Ağustos 2011 Cumartesi

takvimin keyfiliği

haftasonu var dediler, tatildir, bayram vardır, izin, seyahat, dinlence vardır. ayrıca mesai, iş günü, gece, gündüz vardır. bunun kışı, baharı falan olmalıdır. oysa benim işim zamanı bir bütün kabul etmekte. zamanda ayrım yoktur. ya zamanın tamamı aynı türdendir ya da sadece bir an vardır.

26 Ağustos 2011 Cuma

hiçbirşeyolmuyor

gerçekten azimle çalıştım. bildirileri hale yola koydum. şimdi tez kafasına dönmem lazım. acaba kaç gün sürecek. bu esnada bir akademik çalışmayı yönlendiren hayal kırıklığı, azim, mücadele, beklenti, üzüntü, yorgunluk, keyif, hırs, yılgınlık, güven, korku, kalabalık, yalnızlık, sırt ağrısı, yürek burkuntusu, iç sıkıntısı, umutsuzluk yazmış mıydım, direngenlik, savsaklayıcılık, üşengeçlik, inanç, kalp ağrısı, geçmişin üzüntüsü, gelecek belirsizliği, müjde sevinci, kötü haber karamsarlığı, aşk sevgi tutku kin, tüm duygular bildirilerden ve tezlerden ve raporlardan ve makalelerden ve posterlerden bile uzakta kalmaya devam ediyor. duygular akademik'e karışırsa diskur oluyor ya da spekülasyon? çünkü herşey illa bir şey oluyor. everything is something happened.

23 Ağustos 2011 Salı

akademik özenle bağdaşmayan

oturduğum yerden mevsimin dönüşünü izliyorum. güneş her gün daha soldan batıyor. günbatımı daha kırmızı. terasa hergün daha erken çıkıyorum. geceler serinliyor. uzun kollular giyiyorum. sabah, öğlen, akşam bildiri yazmaktayım. sıkıntılı bir iş. biri bitince diğerine başlamak gerekiyor. teslim edilecek beş tane bildiri var. teslim edilecek 3 tane kitap var, ceza yekunu her gün artmakta. yazıdan yazıya, konudan konuya, o kafadan bu kafaya geçmek zaman alıyor. iş bir gün bile kolayca yol vermiyor, her seferinde direniyor. tüm gün direniyor. akmıyor. paragraf paragraf kenti ele geçirmeye çalışıyorum. sürekli bir mücadele bu. çöpler, maydanozlar ve roka. güneş ve su. yoğurt ve soda. zafere inancım tam. duygular bildirilere aksetmiyor. yasak.

bkz. hayku formunda:
1.
öğlen ve akşam
kente saldırıyorum
akmıyor yazmak

2.
renkler değişti
her gün daha geriden
batıyor güneş

15 Ağustos 2011 Pazartesi

hayku

hızla geçiyor
yaz her gün azalmakta
ne çok yazı var.

(tezimi de hayku formatında kabul ederlerse yetişecek bkz.:)

"tasarım işi
ai complete diyeler
doğru diyeler."

9 Ağustos 2011 Salı

yazılması

ite kaka derleye toparlaya tez sayfasıyla 8 sayfaya ulaştım. ve fazla duraklama olmadan 5-10 sayfam daha gelecek. çünkü oraya kadar olan kısmın çerçevesi alıntıları notları hazır. aşamalı olarak parçalara bölüp hiyerarşik biçimde kademe kademe haritalıyorum bölümleri. yazının bileşenleri olarak küçük küçük paketler kalıyor. sonra her bir paketi alıp kafa yorup toparlamak gerekiyor. belki de en az kafa yoran kısım okumaları derleyip toparlamak. yani, o konuya yeni başlanmışsa o da zor, ama uzun zamandır o alanda okumalar yapılmaktaysa roman okumak gibi oluyor. 3-4 aşamalı bir yazma süreci.. ve her aşamaya kafa yormak gerekiyor. yani taslağın taslağı yazılana kadar 3-4 aşama. sonrası da var. bir bölümün tamamı yazıldıktan sonra hepsi tekrar elden geçirilecek, tüm tez yazıldıktan sonra tüm metin yeniden elden geçirilecek, sonra yazım denetimi olacak ve taslak dağıtılacak. sonra yeni projeler eklendikçe ve jüri düzeltmeler istedikçe değişiklikler yapılacak. hepsi bittikten sonra tamamı yeniden elden geçip son bir yazım denetimine girecek. metne tekrar tekrar geri dönüleceği halde, özellikle metin uzarsa pek çok noktaya aynı yoğunlukta kafa yormak mümkün olmayacak. sonraki incelemelerde bir çok bölüm biraz üstünkörü geçilecek, dolayısıyla insanın geride kalan sayfaları olabildiğince derli toplu bırakması gerekiyor. yani olup da tezde öylece kalırsa o ifadeler, kabul edilebilir durumda olmalılar. aslında yazmak çok karmaşık bir iş. yani en başta bir tez yazma sürecinin strüktürü karmaşık. ayrıca o düşünce akışını kurgulamak, referansları organize etmek, bunları düzgün bir dille ifade etmek... zor iş. kafa yoruyor. o yüzden olacak, kafa o işi yapmamak için direniyor. oturmayayım, yapmayayım, düşünmeyeyim diyor. yalvarıyor. ve genelde dediğini yaptırıyor. oturtmuyor, yaptırmıyor, düşünmüyor. böylece günler ağır aksak geçmekte. n'apalım, işin temposu bu. bereket versin.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

emin olun bunu yazmak kolay olmadı.

"The term 'design', is the common name of a series of professional fields. It denotes the core activities of the professionals that are active in these fields, and also the products of these activities. However, to some extent, design is a general everyday practice, that is shared by all human beings."

bunu yazmadan önce yeni kompostumu karıştırıp başlatmam, bir güzel içip kafamı düzlemem, yoğurduma soda sıkıp ayılmam, eski kompostumu ufalayıp saksılara dağıtmam, terasa 117 kere çıkıp geri girmem, marul tohumlarımı tülbente ıslatmam, bostanımı ve çiçeklerimi düdüklü tencere marifetiyle sulamam, maydanozları serpip tek tek toprağa itelemem, can'in 'ege bamyası'nı rapidsharelemem ve tüm diğer gündelik işlerle birlikte internette yüzbin tıklık dolanmam gerekti. insan yazmamak için nasıl direniyor. yazmaya geçmemek için aralıksız okumak var bi de. oku oku haritala... o daha kolay her nasılsa. ama ilk bölümümün haritası ve alıntıları fazlasıyla hazır. daha hazır olamaz. artık yaz.

[bi de, tasarımın kısa bir tanımını aramak boşa. bu konuda da tasarım kuramı anlaşmış gibi. herkes yanından dolanıyor. hatta lawson açıkça "ya şart mı yani tasarımın kısa bi tanımının olması?" diyor.]

4 Ağustos 2011 Perşembe

mimarlık eğitimi mimarlık eğitimi olduğundan beri mimarlık eğitimi mimarlık eğitimi olmasın sakın?

bir takım eski sorularım vardı. [bkz.] mesela acaba mimarlık eğitimini 4 yıllık bir birinci sınıf stüdyosu olarak kurgulayabilir miydik? mimarlık eğitiminin ağırlığı sözel-entelektüel bir içeriğe kayabilir miydi? mimarlıkla uğraşmayan, ağırlıklı olarak diğer ortam, alan, disiplinlerde dolaşıp genel bir tasarımcı tavrı geliştiren bir mimarlık okulu olabilir miydi?

[lawson and dorst, design expertise, p44:] "Designers are convinced that 'design' is a special way of thinking, and in their battle for recognition, they spend a lot of time trying to convince the rest of the world of this. But surprisingly seventeen or eighteen-year-old students, new to design school, seem to just start designing. At a simple, basic level of course, but they manage. It does not seem as if they first have to learn an alien, fundamentally different thought process. This tells us that, no matter what designers may claim, apparently there is a certain level of design that can be approached by common sense."

lawson ve dorst'un gözlemine katılmamak zor. öğrenciler okula geldikleri anda başlangıç düzeyinde de olsa tasarlamayı becerebilir halde oluyorlar. [yeter ki engelleme.] daha ilk günden tasarlatıyoruz. tasarlıyorlar. eğer mimarlığın zorlu problemlerine dalmazsan, mutlu mesut ve "işler iyi gidiyor" diyerek dolanabiliyorsun. ama iş bir bina tasarlamaya gelince öğrencinin üst aşamalara atlaması gerekiyor. farklı bir takım beceriler ve daha yoğun bir bilgi birikiminin nasıl işe yarayacağını anlamaya başlıyorsun. bu beceriler hem üretim ve temsil tekniklerini içeriyor hem de zihinsel becerileri. bir takım jenerik çalışma-tasarlama-temsil yollarını mimarlığa hiç bulaşmadan aktarabiliyorsun da, mesela mimari temsilin kendine has bir dili, belki bazı konvansiyonları olduğunu görmeye başlıyorsun. ondan sonra bir takım işleri daha verimli, hızlı ve etkili yürütmenin her tasarım disiplinine has farklı yolları olduğunu da görüyorsun. bilgi birikimi hem çok örnek görüp incelemiş olmayı, hem alana has pek çok problemle boğuşmuş olmayı, hem de derslerde öğretilen türde teorik bilgileri içeriyor. bu teorik bilgileri uygulamaya geçirmek de ayrı bir beceri ve onu öğrenmek de pek kolay değil.

eğitimi jenerik bir tasarım eğitimi olarak kurguladığında disiplin dışından referanslar kullanabilecek, daha sonra çalışacağı spesifik alanın mevcut konvansiyonları karşısından daha şüpheci ve yenilikçi kalabilecek, değişimlere kolay adapte olacak, hatta isterlerse farklı tasarım alanlarına geçiş yapabilecek tasarımcılar yetiştirmek peşindesin. ama bunu yaparken o alanda çalışmanın yollarını öğrenmesini geciktiriyorsun. çünkü tasarım becerileri, bir düzeye kadar, belli bir jeneriklik barındırdığı halde, tasarım bilgisi çalışılan her spesifik alan için farklı. ve o bilgi o spesifik alanda, o alanın problemleri üzerine çalışılarak elde ediliyor.

[lawson and dorst, design expertise, p46:] "The real difficulty in design is not in reaching that very first level of apparent competence; it is in attaining the higher levels. And that is where the design profession sits. Most expert designers certainly employ many more sophisticated cognitive skills ..."

3 tabaka ayırdedelim:

1. tüm insanların taşıdığı ortak tasarım becerisi.
2. hemen tüm tasarım alanlarının bir ölçüde barındırdığı ortak beceriler.
3. spesifik tasarım alanına has bilgi ve beceriler.

birinci sınıf eğitimi ağırlıklı olarak 2. maddeye eğilebilir. (ve 1. maddeden ötürü övünecek bir durum yok). ama sanıyorum, mimarlık eğitiminin ilerki yılları, 3. maddeye odaklanmak durumunda.

bizim okulumuzun bir eksiği de burada ortaya çıkıyor. alan gezileri. yurtdışında alan gezileri stüdyonun standart bir parçası. bizde alan gezisi deyince güncel ve iyi örnekleri gezmek anlaşılmıyor. alan gezileri bizde büyük ölçüde, tarihi önemi olan binalara, ya da geleneksel mimarlığa, ya da son derece sorunlu olan, ya da sadece uzakta bir yerde olan alanlara yöneliyor. ve mimarlık ölçeğinden çok kent ölçeğiyle dertleniyoruz. yeni ve iyi 'bina'ları gezmek konusunda eksiğimiz var. oysa usta işi bir binayı gezmek, ona internetten bakmaktan çok farklı bir deneyim. ülkenin de yeni, iyi ya da ilginç örnek sunmak konusunda eksiği var elbet.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

tasarım araştırmaları, tasarım kuramları

son aylarda tasarım araştırmalarıyla ilgili önemli metinleri okudum, yeniden okudum, daha önce okumuş olduklarımı bir daha elden geçirdim, olabildiğince haritaladım. dolayısıyla tasarımla ilgili ne bilip ne bilmediğimiz üzerine yazacım biraz.

en başta, tasarımın faaliyet, süreç, problem-çözüm, meslek, zihinsel etkinlik, ürün vd. çeşitli yönleriyle ilgili ortak görüşler var. tasarım evreninin ana hatları çizilmiş. pek çok konuda ortak kabuller var. 'tasarım durum'unun karakteristikleri, problem ve çözümün birarada evrimi, reflection-in-action ve çok yönlü reflective conversation [çeviresim gelmedi], tasarımcıların stratejilerindeki bağlamsal ve kişisel çeşitliliğin özselliği vd.. pek çok başlık var fazla tartışılmadan kabul gören.

sonra tasarım araştırmalarının empirik metodolojisiyle ilgili belirli bir birikim var. psikoloji araştırmalarından ilham alan laboratuvar deneyleri ve içebakıştan başlayıp, bilişsel bilimlerin yine laboratuvarda yürüyen protokol çalışmalarına, oradan yerinde [ofiste] gözlemlere ve en sonunda görüşme ve derin görüşmelere varan bir ilerleme takip edilebiliyor. tüm araştırma yöntemlerinden bir parça veri elde edilmiş gibi görünüyorsa da derin görüşmelerin tasarım araştırmaları için vazgeçilmez olduğu ve bundan sonra tasarıma has görüşme+gözlem yöntemlerinin geliştirilmesinin gerektiği de görülebiliyor. kağıt üstünde üretilen hipotetik modellerin [eksik veya hatalı da çıksalar] ve CAD-CAM ve AI araştırmalarının geliştirdiği yaklaşımların genelinde tasarım sürecine yönelik bakışı zenginleştirdiği de ifade ediliyor.

ve tüm bunlara rağmen, belki de alanın doğası gereği, tasarım üzerine 'belirtik kılınabilmiş' bilgi aslında 'seyrek dokulu' ve gevşek. mesela tasarım sürecinin bazı genel hatları ve stratejileri biliniyorsa da, bu bilgi tasarımcıların daha iyi tasarım yapabilmelerini sağlayacak pratik önerilere dönüştürülemiyor. yani tasarım daha iyi anlaşıldıkça spesifik tasarlama metotları tariflemekten uzaklaşıyoruz. işin ilginç yanı, tasarımcılar bu tür bilgiyi/beceriyi zaten eğitimlerinde ve pratiklerinde, tasarım kuramının ifade edebildiğinden çok daha yoğun biçimde edinip geliştiriyorlar. tasarımcılar nasıl tasarlayacaklarını biliyorlar. sorun, bu bilginin örtük doğası.

aslında iyi tasarımcıların bir seri ortak şahsiyet özelliği sergilediği iddia edilmiş. ve bir takım ortak stratejilerin çoğu tarafından uygulandığı da anlatılıyor. ancak bu özellik ve stratejilerin oluşturduğu ağ da epey geniş gözenekli. zaten konunun normatif karakteri gereği iyi tasarımın ne olduğu konusunda bir uzlaşma olmayacağı da kabul ediliyor.

tasarımcılığımızı nasıl geliştireceğiz? genç bir tasarımcı o konuda ne biliyorsa, 40. yılındaki tasarım araştırmacısı da yaklaşık aynı şeyi biliyor. nasıl bir eğitimin daha iyi olduğu konusunda söylenecekler var, ama genelde bir altın orta formülü düzeyinde: a ve b'nin hassas bir dengesi. o denge hangi durumda nasıl tutturulur? o da yine konunun uzmanının yıllar içinde geliştirmesi gereken bir beceri. nasıl tasarım yapılır? tasarımcıların yaptığı gibi. nasıl daha kaliteli tasarım yaparım? iyi tasarımcıların farklı farklı stratejileri var. daha kaliteli tasarım nedir? o konuda konsensüs aramak boşa.

peki tasarım araştırmaları neye yarıyor? aslında, tasarım araştırmaları epey işe yarıyor. mesela tasarımda hangi tavrın işe yaramadığını daha iyi biliyoruz. tasarım üzerine konuşurken ortak bir zeminimiz var. ağ geniş gözenekli olabilir, pratikte fazla işe yaramıyor gibi görünebilir, yine de daha öte araştırmalar için sağlam ve tutarlı bir zemin sağladığını teslim etmek gerek. bu eğitimi de etkiliyor. olumlu yönde. çünkü eğitim tavrımız aslında tasarım kuramının oluşturduğu konsensüsten besleniyor. bize spesifik reçeteler sunulmuyor olabilir ama genel doğrultular, verimli yönler ve çıkmaz sokaklar gösteriliyor. mimarlık eğitiminin geçen 15 yılda geçirdiği dönüşümlerin tasarım kuramlarının olgunlaşmasıyla ilişkisi gayet okunaklı.

tek sorun var. tasarım kuramlarının olgunlaşması tuhaf bir şekilde mimarlık akademyasında bu alana yönelik bir güvensizlik yaratmış durumda. sanki tasarım araştırmaları tasarım kuramlarının gereksizliğini ortaya koymuş gibi yaklaşılıyor. (önceki dönemlerde ortaya atılan reçetelerin yanlışlığını ifade ediyor ve yeni spesifik reçeteler öneremiyor). tasarlama pratiğindeki bir birey için, gerçekten de, tasarım kuramından çok, kendi spesifik alanında bilgi ve becerilerini artırmasını sağlayacak okumalar faydalı olur sanıyorum. ama bir tasarım eğitmeninin tasarım kuramlarına dair bir bilgi birikiminden faydalanacağını da düşünüyorum. stüdyo hakkındaki tartışmalarımızı, stüdyo pratiğimizle ilgili değerlendirmelerimizi daha sağlam bir temel üzerinden yürütebilirdik o zaman. tamam biz bu işi usta-çırak ilişkisi içinde öğrenegeldik, sezgisel olarak belli bir düzeyde de yürütüyoruz ama kuramsal arka plandan habersizken üzerine nasıl konuşacağız? nasıl geliştireceğiz? [okunacak kitaplar belliymiş. onu da yazacağım.]

2 Ağustos 2011 Salı

tasarım yönetimi

peyki, tasarımın aşamalılığı meselesiyle ilgili daha dengeli bir bakış geliştirelim. esasında detaylara odaklanmak, çözüm-problem ikilisinin uzun süre belirsiz tutulması gibi stratejiler de işliyor. işlemiyor değil. ama sadece bazı bağlamlarda.

ana fikirler ister detayla ilgili, ister daha genel kararlarla ilgili şekilleniyor olsun, sürecin belirli aşamalar takip etmesi, yani önce daha genel konuların (yerleşim, ana kütle kararları, işlevsel dağılım, temel sirkülasyon kararları, çevreyle ilişki gibi) oturtulması, bunun şematik planlarla, maketler ve modellerle ifadesi, ardından detaylı planlara ve daha detaylı işlenmiş maket, model ve grafiklere ilerlenmesi gibi bir işleyişin elzem olduğu yer, zamanın az, problemin karmaşık, ekibin 1'den fazla kişiden oluştuğu durumlar. (mesela yarışmalar). bu genel işleyiş takip edilirken bir takım detay konular da bir yandan çalışılabilir ya da projenin şurasını burasını son ana kadar belirsiz bırakmak tercih edilebilir ama ekibin dikkatini dağıtmak da lüks kaçıyor ve son ana çözülmemiş hususlar kalması pek iyi olmuyor. [ve belki bunlar hep temenni boyutundadır. belki de pek mümkün değil süreci yönetmek? aşamalardan ziyade farklı ölçek ve genelliklerdeki katmanlardan sözetmek lazım belki de. o zaman tarif gerçeği daha iyi karşılıyor. katmanların farklı özellikleri var. katmanlar özdeş değil. her ölçeğin ve genelliğin kendi gerekleri var. ayrıca bazı durumlarda bir takım ardışıklık sıraları yok değil. ama belki de her bağlamda, her yeni tasarım sürecinde farklı tavırlar geliştirmek gerekiyor. bu aşamalar-tabakalar meselesi önemli. "near-decomposability" açısından önemli. tasarımı bir ölçüde alt görevlere ayırabilmek açısından.. tasarım sürecinin karmaşıklığını azaltmak ve kolaborasyonu sağlamak için. bunun pratikte ekip çalışması ve zaman yönetimi açısından önemi açık. ama yapay-tasarım açısından da çok önemli.]

[lawson'un konuya kararlı itirazını buraya ekleyeyim dedim. diyor ki:

Vinod Goel (1995) in a generally excellent book advances the idea that
‘design development occurs in distinct phases’ This is in spite of the fact that his own
data then shows that the phases he enumerates are not distinct at all. But
Goel’s phases are still of value to us if we drop the idea of them being either
phases or distinct, but rather think of them as activities that designers
do. Goel’s activities are ‘problem structuring’ and ‘problem solving’, with the
latter divided into ‘preliminary design’, ‘refinement’, and ‘detailing’. It is true
that all three of Goel’s protocols show the designers beginning with ‘problem
structuring’ and ending with ‘detail design’. It is also true that in general the
‘modal’ activity passes through these four stages as the protocols proceed,
but it is certainly not true that they are ‘distinct’.
(lawson, what designers know, 2004)
]

"the unexpectedly relevant solution"

"For me creativity is, you know, finding solutions for all these things
that are contrary, and the wrong type of creativity is that you just
forget about the fact that sometimes it rains, you forget that sometimes
there are many people, and you just make beautiful stairs from
the one idea you have in your head. This is not creativity, it is fake
creativity."
(Lawson 1994)
[lawson, 2005, how designers think]

doğrusu yeni, farklı, bazen tuhaf olanı, tasarımda, seviyorum. (lawson da, yeni olan bir çok zaman tuhaftır, diyor.) mimarlığa dair ilginç ve yeni sözleri, önermeleri ve bunların ifade edilmesindeki yenilikleri de önemsiyorum. ama ayrıca yukarıdaki hertzberger alıntısı da içimde bir teli titretiyor. yetenekli tasarımcılarda sıklıkla problemin ve mimarlığın önemli yönlerini görmezden gelme tavrını görürsünüz. iyi tasarım yapmak için temel taktikleri sorunları çözmemek, görmezden gelmektir. bu tavır genelde takdir edilir. az çoktur. iyi görünen iyidir. olabildiğince çok sorunu çözmeye, ya da kısıtları uygun bir dengede uzlaştırmaya çalışmak iyi tasarımla sonuçlanmayabilecek tehlikeli bir yoldur. tabii, hangi bağlamda tasarladığınıza bağlı olarak bu tavır geçerli ya da geçersiz görülebilir. tasarlama tavırlarının yorumlanması ve eleştirilmesinde de bağlama sıkı sıkıya bağlı kalmak gerekiyor. ve unutmamak lazım:

These comments from Hertzberger suggests that we must be
careful to draw the distinction between originality and creativity in
design. In the competitive and sometimes rather commercial world
of design, the novel and startlingly different can sometimes stand
out and be acclaimed purely for that reason. But being creative in
design is not purely or even necessarily a matter of being original.
[lawson, 2005, how designers think, p153]

bir mimarlık yarışması, binanızı, inşa edilmek üzere seçtirmeye çalıştığınız bir fırsat olabilir. ve yeni bir söz söylemeye çalıştığınız bir alan olarak da yorumlanabilir. her projenin değerlendirilmesi de kendine has olmalı. muhtemelen yeni söz söyleyen ya da sadece güzel olmak üzere tasarlanmış bir proje inşa edilmek üzere seçilmeyecek. ve muhtemelen o projede ihmal edilmiş o kadar çok mesele olacak ki, bu tavır haklı olacak. ama yine de ödüllendirilebilir. böylece mimarlık ortamında tartışılması sağlanabilir.

ülkemizde mimarlık yarışması jürilerinin performansı tasarımcıların performansının epiy gerisinde kalmış durumda. kararlar ve raporlar kimseyi tatmin etmiyor. bunun tek sebebi mesleğin doğası gereği tartışmaya açık olması değil. seçimler gerçekten kötü, raporlar ve açıklamalar göstermelik.

bu en başta jürilerin değerlendirmeye ayırdıkları sürelerin darlığından (ya da gülünçlüğünden?) kaynaklanıyor. jüriler sanıyorum yarışma dosyasını okuduklarında kendilerini probleme vakıf olmuş sayıyorlar. ama bir tasarım problemine vakıf olmak, esasında onu çözmeye çalışırken, çözümler üzerinden, problemi çerçeveleyegelmektir. jüri problemi çözmeye çalışmayabilir. ama ilk andan itibaren sunulan projeleri, yani olası çözüm alternatiflerini detaylı biçimde inceleyerek de problemi anlamaya, kendisi için çerçevelemeye başlayabilir. malesef jüriler bu aşamayı atlıyor. önce projeleri eliyorlar. ondan sonra problemi incelemeye, anlamaya belki başlıyorlar. esasında ilk gün bir seçim ve eleme baskısı olmadan projeleri incelemeye ve tartışmaya ayrılmalı. sonra da 3-4 gün içinde aşama aşama ve en baştan detaylı biçimde inceleyerek projeler ödül grubuna doğru daraltılabilir. jüriler problemleri anlamadan ve projeleri incelemeden seçim yapıyorlar.

ve yaratıcılık da tam olarak anlaşılmıyor gibi. zor bir tasarım sorununa çözüm aramak her halükarda yaratıcı bir faaliyettir. yaratıcılık sadece yeni söz söylemek değildir. mimarlıkta her problem biricik olduğu için, her proje, çözümlerinde yeni bir yan barındırır. ayrıca 'yeni'yi 'iyi'ye eşitlememek gerek, çünkü şöyle bir bakış da var:

The product designer Richard Seymour considers good design
results from ‘the unexpectedly relevant solution not wackiness
parading as originality’ (Lawson 1994a). The famous architect, Robert
Venturi has said, for a designer, ‘it is better to be good than to be
original’ (Lawson 1994a). Hertzberger, Seymour and Venturi all
seem to be cautioning us against the recent trend to value the
purely original-looking design without testing it to see if it really
can fulfil the demands placed on it.
[lawson, 2005, how designers think, p154]